Batı medyasının aynasında
15 Temmuz darbe girişimi ile iki şey ayan beyan ortaya çıktı. Birincisi, ‘milli irade’ kavramının Türkiye’de ne kadar yerleştiği, kök saldığı. İkincisi, batı medyasının ve oryantalist...
15 Temmuz darbe girişimi ile iki şey ayan beyan ortaya çıktı. Birincisi, ‘milli irade’ kavramının Türkiye’de ne kadar yerleştiği, kök saldığı. İkincisi, batı medyasının ve oryantalist hegemonyanın akla ziyan tutumu.
Milli irade, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 yıldır Türkiye toplumunun tarihi ve kültürel reflekslerini güncelleyerek ilmek ilmek ördüğü bir güç olarak Türkiye tarihinde fiili bir rol üstlendi. Millet, yakın tarihte olduğu gibi darbe karşısında sinmek yerine, şeksiz ve şüphesiz, azimle iradesini ortaya koydu. Bu güç, Erdoğan’ın 14 yıldır Türkiye’ye kazandırdığı güçlü ekonomiden, yeraltı ve yerüstü yatırımlardan daha değerli bir manevi dinamik olarak varlık gösterdi. Bir yönüyle, Türkiye demokrasisinin sigortası olarak işlev gördü.
Elbette bu önemli gücün bir de simetrisi var. Türkiye’nin, iradesi kendi elinde bir ülke olmasından hoşnut olmayan güç odakları, kendi doğrularını inkar pahasına Erdoğan’a ve onun temsil ettiği siyasi iradeye düşmanlık boca etti. Milli irade ne kadar güçlüyse, bu düşmanlık da o kadar yoğundu. Objektifliği, demokratlığı, kendinden menkul vasıflar olarak tüm dünyaya servis eden batı, kendisiyle özdeşleştirdiği tüm bu özellikleri inkar ederek hem darbenin failleri konusunda delil istedi, hem de henüz delil dahi görmeden etiketi yapıştırdı; darbenin bir kurgu olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. Bu girişimin, Erdoğan’a yarayacağına dair eyvahlarını peşinen dile getirdi.