Sanat acıları dindirir mi?
‘Mülteci krizi’ ifadesi yaygın şekilde tedavülde. Oysa kriz konusu olan, hayatlarını kurtarmak için yerlerini, yurtlarını terk edip yollara düşen mülteciler değil, onlara gözlerini yuman insanlık...
‘Mülteci krizi’ ifadesi yaygın şekilde tedavülde. Oysa kriz konusu olan, hayatlarını kurtarmak için yerlerini, yurtlarını terk edip yollara düşen mülteciler değil, onlara gözlerini yuman insanlık âlemi… Bu ‘insanlık krizi’, siyaseti ve toplumu aşarak sanatın konusu haline geldi. Bu, iyi bir aşama mı, tartışılır? Ne yazık ki, çocukların ölümüne, kadınların bombalardan kaçışına reel hayatta bir çözüm üretemeyen insanlık, sanata sığınmış durumda. İsmet Özel’in ‘yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?’ mısralarını hatırlatırcasına… Bu bir duyarlılık mı, yoksa çaresizlik mi? Ya da insanlık değerlerinin yeryüzünden silindiğinin sanatsal ifadesi mi?
‘Sanat acılardan doğar’ diyerek sanat üzerinden manevi arınma yoluna mı gideceğiz? Ya da sahillere vuran insan bedenlerinin istatistiğin konusu olmaktan çıkıp, sanata mevzu olmasını bir umut ışığı olarak mı değerlendireceğiz? Yoksa sanat, acılarla baş edebilmenin yolu mu?
Çinli sanatçı Ai Weiwei, Berlin’deki Konser Evi’nin sütunlarını Yunanistan’a geçiş sırasında hayatını kaybeden mültecilere ithafen 14 bin can yeleği ile kapladı. Sütunların arasına da bir şişme bot koyarak ‘#güvenligeçiş’ yazısını iliştirdi. Bir bakıma insanlık krizini somutlaştırarak önümüze koydu. Masum bir bebeğin sahilde uzanmış bedeninden etkilenmeyen vicdanlar bakalım, bu sanat gösterisinden etkilenecek mi?