Ilıcak’ı anladık, Gülen’cilere ne oluyor?
Türkiye’yi yönetecek siyasi kadroları belirlemek için seçime gidiyoruz. Ne var ki, hâkim atmosfer gerilim, kutuplaşma, kinler, nefretler ve düşmanlık... Bu atmosfer bugün olmadı. Evveliyatı, tek parti döneminin...
Türkiye’yi yönetecek siyasi kadroları belirlemek için seçime gidiyoruz. Ne var ki, hâkim atmosfer gerilim, kutuplaşma, kinler, nefretler ve düşmanlık...
Bu atmosfer bugün olmadı. Evveliyatı, tek parti döneminin başlangıcına kadar gider. Birinci Dünya savaşından yenik çıkmıştık, altı asırlık bir imparatorluk kaybetmiştik ve İstiklal Mücadelesinin sonucunda Cumhuriyet ilan edildi. “Padişahlıktan kurtulmuş”, “halk idaresine” kavuşmuştuk. Ama öyle olmadı. Halk, tek parti yönetiminin dışında tutuldu. Hem de değerleri horlanarak, küçümsenerek... Temelde, toplumu, siyaseti, fikir ve sanat dünyamızı, basını kutuplaştıran, bu tek parti yönetiminin zihniyeti oldu. “Modern yaşam tarzı ile çağdaş olabiliriz” ana temasıyla, bizi biz yapan değerler, özellikle dini hayat, İslam’a ait güzellikler, hayatın dışına çıkarılma projesinin hedefi oldu. Batı özentisi ve taklidi, yönetici ve aydın zihniyetine hâkim oldu. Küresel sisteme ait bu Batı projesi, “laikliğin korunması ve tahkim edilmesi zarureti” ile vesayet sistemine/ statükoya emanet edildi. 1960’tan itibaren her 10 yılda bir yapılan darbelerle, darbe anayasaları ile tahkim edildi.
Vesayetin surlarında ilk gedik, Birleşmiş Milletler’e girme şartı olarak 1946’da çok partili hayata geçtikten sonra açıldı. 1950’de Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti iktidara gelince statüko bunu hazmedemedi. Asker içindeki cunta daha o yıl, 1950’de darbe hazırlıklarına başladı. Sonra 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 darbeleri, 28 Şubat 1997 post modern darbesi, 27 Nisan 2007 e- muhtırası ve aynı yıl AK Parti’nin kapatılma hamlesi...