Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Bayram tatilinde okuduğum kitaplardan birinde yeniden karşıma çıkan o kadim “tarih bilgimizin ne işe yaradığı” sorusu üzerine düşündüm biraz: Neden tarih okuruz?
En temelde toplumsal gelişmenin kurallarını veya toplumsal hadiseleri ortaya çıkaran sebep-sonuç ilişkilerini anlayabilmek için.
Ne de olsa deneysel bilimlerin laboratuvarda test ettiği “teori”yi toplum bilimleri en iyi tarihte sınayabilirler. Daha doğrudan söyleyecek olursak, toplum bilimlerinin laboratuvarı olmadığından toplumsal yapıların geleceğini geçmişte yaşanmış tecrübelere bakarak belirlemeye çalışırız.
Yüzde yüz sonuç veren bir yöntem olmayabilir bu tabii. Ayrıca kimi durumlarda tutuculuğa yöneltebilir; dolayısıyla yeniliklere, gelişmeye ve bugünün özgün şartlarını görmeye engel de teşkil edebilir. Ancak geçmişin tecrübeleri yine de insanlığın en değerli mihenk taşı. Yapmamız gereken bu mihenk taşını geçmişte yapılanları taklit için veya tekrar için değil, bize benzer durumlarda yol gösterecek teorik bir bakış açısı vermesi için kullanmak. Geçmişin bilgisini teorik zemindeki birikimimiz olarak görmek.
Şimdi soru şu: Peki, bu teorik birikim pratikte neyi değiştiriyor? Cevap: Pek az şeyi. Çünkü insan tabiatı kolayca değişmiyor. Onun için şair “hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi” demiş esefle…