İki tür ‘İslamcılık’ mı var?
Cihan Harbi sonunda “Devlet-i ebed müddet” diye bildiğimiz imparatorlukla beraber aslında eski her şeyi kaybedip yeni her şeye sıfırdan başlamanın gerektiği bir süreç başladı, demiştik. Kurtuluş...
Cihan Harbi sonunda “Devlet-i ebed müddet” diye bildiğimiz imparatorlukla beraber aslında eski her şeyi kaybedip yeni her şeye sıfırdan başlamanın gerektiği bir süreç başladı, demiştik. Kurtuluş Savaşı devletin kurtuluşuydu son tahlilde. Ama eski rejimin küllerinden tesis edilen Cumhuriyet artık “ebed müddet” vasfı taşımıyordu. Başındaki kutsallık halesini artık kaybetmiş olan bu devleti ayakta tutabilmek için toplumun adamakıllı değiştirilmesi gerekiyordu. Geçmişteki ıslahat programlarından çok daha radikal bir şekilde… Öteden beri düşünülen, tasarlanan ama bir türlü uygun şartlar bulunmadığı için tam olarak hayata geçirilememiş olan inkılaplar “çevre”de rahatsızlık yaratacaktı. Bunun Tanzimat döneminden farkı bu tepkiselliğe liderlik edip yönlendirecek bir aydın kesiminin artık mevcut veya aktif olmayışıydı. “Yeni Osmanlılar” gibi bir aydın zümresi yoktu. Aydınlar çoğunlukla yeni iktidarla bütünleşmişler, iktidarın programına destek olmayacağı düşünülenler de çeşitli yollarla tasfiye edilmişlerdi. Zaten hem İslamcılık hem de Türkçülük yeni ortamda karşılığı kalmayan fikirlerdi artık. Şöyle düşünün: Bir yanda Osmanlı aydınlarının “devleti kurtarma programı” olarak sarıldıkları Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük hareketleri… Öbür yanda ise anadili Türkçe olmayan nüfusun büyük bölümünü, Müslüman olmayan nüfusunun ise tamamına yakınını kaybetmiş bir devletin aydınlarında İslamcılık veya Türkçülük fikirlerinin bulabileceği karşılık… İslamcılığın birleştiriciliğine talip olacağı unsurlar kalmamıştı ortada, Türkçülüğe ise ihtiyaç kalmamıştı.