Hayat ile ölüm arasında
Aynı gün ikindi vaktinde, hem kıymetli bir büyüğümüzün cenazesi hem de sevgili bir kardeşimizin nikâhı vardı. İstanbul’un birbirine uzak yerlerinde. İkisine birden yetişme imkânımız maalesef...
Aynı gün ikindi vaktinde, hem kıymetli bir büyüğümüzün cenazesi hem de sevgili bir kardeşimizin nikâhı vardı. İstanbul’un birbirine uzak yerlerinde. İkisine birden yetişme imkânımız maalesef yoktu. Şahit yazıldığımız için nikâha gittik.
Niyet, her şeyin başıdır. Ağabeyimizin iyiliğine de uzaktan şahitlik ettik. Emeğini emanet bildik.
Dünya galiba sevinç ve keder üzerine kurulu. Fakat ikisini beraber yaşayamıyoruz. Sırayla geliyorlar.
Hep düşünüyorum. Kederli zamanlarımız, acı hatıralarımız daha kuvvetli kalıyor. Neşe nedense çabuk siliniyor. Hemen akıp gidiyor. Pek iz bırakmıyor.
İnsan biraz da unutmak ve unutulmak değil midir? Ölümün birinci muhatabı olduğumuz halde, çoğu vakit onu bile unutuyoruz. Sürekli akılda tutmak da iyi değil gerçi. Durduğumuz yer: Allah’a itimat etmenin emniyeti içindeyiz.
Unutmak ve unutulmak, bakın neyi hatırlattı bana? Ziya Gökalp, San’at başlıklı şiirine “Dinle, yeni şâir, eski ozanı” diye başlar. Hitap ettiği yeni ve genç şairlerin hiçbiri hayatta değil. Yıllar önce dünyadan ayrıldılar, çoğunlukla unutuldular. Yeni olan sözdür, dizedir, daima tazelenen nesillerdir. O gençler gitti, bu gençler geldi.