Ortak kader
Evimizin önünde iki ağaç var: Erik ve kavak. Kavak ağacına ilişen yok. Meyve vermiyor, yaprağı yenmez. Kimse dokunmuyor ona. Bir çift karga dallarına yuva yapmış, yaşayıp gidiyorlar.Erik ağacı her sene...
Evimizin önünde iki ağaç var: Erik ve kavak. Kavak ağacına ilişen yok. Meyve vermiyor, yaprağı yenmez. Kimse dokunmuyor ona. Bir çift karga dallarına yuva yapmış, yaşayıp gidiyorlar.
Erik ağacı her sene güzel meyve veriyor. Dalları doluyor, yere eğiliyor. Meyveler çiçekten çıkıp kendini gösterir göstermez hareket başlıyor. Kimi taş atıyor, kimi sopayla vuruyor, kimi ‘üstüne’ çıkıp zarar veriyor. Kırılan dallar, yere dökülen yeşil yapraklar. Neredeyse son meyveye kadar yaşanıyor bu. Mevsimin sonunda, perişan bir görüntü oluşuyor. Fakat erik ağacı vazgeçmiyor. Bıkkınlık göstermiyor. Tekrar toparlıyor kendini. Yaralar kapanıyor. Kışın dinleniyor biraz. Baharda, ‘beyaz bir haber’ gibi yeniden kendisini gösteriyor. Biliyor ki yine aynısı olacak. Yorulacak, kırılacak, zarar görecek, kıymeti bilinmeyecek. Menfaat temin etmek isteyenlerin hışmına uğrayacak. Ne gam.
Kavak ağacı mı? O orada kargalara evsahipliği yapmaya devam ediyor.
Bir de gölge bahsi var. Kavak ağacı ince uzun bir şey. Gölgesi ancak kendisine yetiyor veya yetmiyor. Erik ağacı öyle değil. Serinlik de getiriyor. Bunalan gölgesine geçiyor.
Hayır, “meyve veren ağaç taşlanır” demeyeceğim. Taşlayanlar da bunun böyle olduğunu bilir. Onun için taş atıyorlar zaten.
Her canlının bir kaderi var. Ağacın, kuşun, insanın. Kim kaderinden kaçabilir? Kimi taş atan olur, kimi taş atılan. Kimi aldanan olur, kimi aldatan. (Serdar Tuncer kardeşimizin hediye ettiği Reşehât kitabından: İyilik ve kötülüğü yaratan Allah’tır. İyiliğe rızâsı vardır, kötülüğe ise yoktur.)