Reklam ile hakikat arasında
Otomobili ‘en iyi yol arkadaşı’ olarak takdim eden bir reklamla karşılaştım. Yaşadığımız günlerin özeti bu olsa gerek. İnsanların önemli bir kısmı, eşyayı, yani dünyayı dost...
Otomobili ‘en iyi yol arkadaşı’ olarak takdim eden bir reklamla karşılaştım. Yaşadığımız günlerin özeti bu olsa gerek. İnsanların önemli bir kısmı, eşyayı, yani dünyayı dost ediniyor.
Şöyle söyleniyor: “İnsan, en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” Kaosa mütevazı bir katkı: En çok zamanı otomobil, cep telefonu, bilgisayar ve televizyonla geçirdiğimizde, ortalamamız nasıl bir şeye dönüşüyor? Bilemedim.
Mehmet Dinç’in yazısından öğrendim. Günde üç bin kadar reklama maruz kalıyormuşuz. Hayatımızın her anında ve alanında, bu abartılı dille karşılaşıyoruz. Kusursuz, mükemmel, benzersiz vs.
Reklam dünyasındayız. Temizliği deterjana, kokuyu kozmetik sanayine, ferahlamayı içeceklere, mutluluğu alış verişe, dostluğu bankacılık sektörüne, güzel olmayı kıyafetlere ve makyaj takımına indirgeyen bir lisan.
İstanbul’un ilçe belediye başkanlarından biri, hizmetlerinin duyurusunu “kusursuz” tanımıyla yapıyordu. Yeniden aday gösterilmedi. Başka bir yer için adı geçiyordu, o da olmadı.
Daha gençken anladığım bir şey vardı. Şu: ‘Kusursuz olmak yakışmıyor insana.’ Kusursuzluk iddiası, kibri de beraberinde getiriyor. Adı üstünde, iddia. En iyisi ve doğrusu: Kul kusurludur.