Yeni Osmanlı değil Büyük Türkiye
İbn Haldun’un bizim durumumuzu tam olarak ifade eden bir sözü vardır. Bir milletin uyanışını ve geri dönüşünü tanımlar: “Su, nasıl suya benzerse; milletlerin geleceği de geçmişine benzer.” Emperyalizmin en tehlikeli yanı fiili işgal değil, kültürel emperyalizmdir. Fiili işgaller bir gün sona erer; düşman postalı toprağınızı terk eder. Ancak kültürel emperyalizm, bir milleti köleleştirmeye yönelik bir çabadır ve paslı bir çivi gibi asırlar boyunca insanların zihinlerine çakılı kalır. Batılı devletler,
İbn Haldun’un bizim durumumuzu tam olarak ifade eden bir sözü vardır. Bir milletin uyanışını ve geri dönüşünü tanımlar: “Su, nasıl suya benzerse; milletlerin geleceği de geçmişine benzer.”
Emperyalizmin en tehlikeli yanı fiili işgal değil, kültürel emperyalizmdir. Fiili işgaller bir gün sona erer; düşman postalı toprağınızı terk eder. Ancak kültürel emperyalizm, bir milleti köleleştirmeye yönelik bir çabadır ve paslı bir çivi gibi asırlar boyunca insanların zihinlerine çakılı kalır.
Batılı devletler, bir imparatorluk bakiyesi olan milletimiz üzerinde yapabilecekleri en büyük yıkımı gerçekleştirdiler. İşgal ettikleri ve kültürel emperyalizme maruz bıraktıkları Afrikalılar gibi, bir daha büyük devlet hayali kurmamamız için çeşitli fikir ve kavramlar oluşturdular ve bu niyetin önüne geçmeye çalıştılar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ile birlikte, yeryüzünde seccade serilen tüm topraklar işgal edildi. İngiliz, İspanyol, Hollandalı ve Fransız asker postalları bu topraklara ayak bastı. Bu süreç, toprak işgallerini, insan kıyımlarını, savaşları, yenilgileri, travmaları ve karşı hamlelerin bastırılmasını içeriyordu. Uzak Doğu’dan Balkan ülkelerine, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar binlerce hikâyeden oluşan bir süreçti bu.
Birinci Dünya Savaşı, masallarda anlatılan bir efsane değil; dedelerimizin bizzat katıldığı, kimisinin şehit, kimisinin gazi olduğu, devamında Kurtuluş Savaşı ile büyüklerimizin anlattığı ve bizlerin de kulaklarımızla şahit olduğumuz bir gerçekliktir.
Yüzyılın başında, İslam dünyasının büyük mütefekkirleri bu sürecin geçici olduğunu ve her şeyin bir gün aslına rücu edeceğini anlatmakla meşguldü. Ancak yeni medeniyetin azameti, birçok insanı korkutuyordu. Direnmenin ve karşı koymanın imkânsızlığı üzerine adeta iman düzeyinde bir inanç hâkimdi.
Bugün, İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar ve katliamlar için tepki gösterenler nasıl “deli” muamelesi görüp dünyadan dışlanıyorsa, o dönemde sömürge imparatorluğuna karşı çıkan ve bu hayali taşıyanlar aynı şekilde “deli” muamelesi görüyordu.
Bugün birçok yarı sömürge ülkesinde olduğu gibi, Batı paradigmasına karşı çıkanlar bizzat kendi devletleri tarafından baskılanmakta ve ötekileştirilmektedir. Bu durumun yaşanmadığı bir ülke yoktur. Tek parti dönemindeki yasaklara ve devlet eliyle baskılanan konulara baktığımızda, tarih, din ve kültür düşmanlığı, bu meselelerin hiçbirinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi meselesi olmadığını görürüz. Bunlar doğrudan sömürgecilerin öncelik verdiği meselelerdi. Bir milletin ürettiği yüksek kültürü yasaklamak -örneğin, klasik Batı müziği ile boy ölçüşecek Türk sanat müziğini yasaklamak- başka nasıl izah edilebilir?
Osmanlı İmparatorluğu’nun üretmiş olduğu yüksek kültür, sadece Müslüman ahaliyle sınırlı kalmayıp İstanbul’da yaşayan Rum, Ermeni, Yahudi ve Balkan milletlerinin ortak kültürü hâline gelmişti.
YENİ OSMANLICILIK GERİ Mİ GELİYOR?
Bu söylem, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet olarak kendi çıkarlarını öncelemeye başladığı günlerde ortaya çıktı. Suriye iç savaşında ABD ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi. Bir anda Türkiye ile ilgili olmadık senaryolar yazılmaya başlandı. “Türkiye DEAŞ’e yardım ediyor” söylemleri ortaya atıldı. Oysa DEAŞ’e karşı savaş veren ilk devletin, Fırat Kalkanı Harekâtı’yla Türkiye olduğu biliniyor.
Erdoğan’ı bir “imparator” gibi resmetme ve olumsuz bir imaj oluşturma çabaları hız kazandı. Bir ülkenin nüfuzunu genişletmesi ve bölgesel güç hâline gelmesi, rakip ülkeleri endişelendirir. Bu, devletler arası rekabetin doğal bir sonucudur. Sömürge ülkeleri bu durumu hazmedemeyip medya üzerinden travmatik tepkiler gösterebilir. Peki, bizim sömürge bekçilerine ne demeli?
SÖMÜRGE BEKÇİLERİ
Batı’dan bir kavram gündeme geldiğinde, Türkiye’deki vatanperver olmayan, kendi konforu için ülkesinin geleceğini feda etmeye hazır bir güruh hemen harekete geçer. Türkiye’nin kazanımları bu insanları rahatsız eder. Erdoğan’ın liderliğinde adım adım küresel bir etkiye dönüşen Türk dış politikasının kazanımlarından hoşnut olmazlar. Kendilerine şu soruyu sormaya dahi zahmet etmiyorlar: Biz kimin bekçiliğini yapıyoruz?.
Sömürge aydınının temel vasfı şudur: Efendilerini yüceltmek ve karşılığında kendisini ve milletini küçümsemek. Bu güruh, modern süreçlerin kölesi hâline gelmiş ve iç içe geçmişlik dolayısıyla CHP’yi de etkilemektedir. Söylemleri tükenmiş, kavramlarının içi boşalmış; neyi desteklediklerinin veya neye karşı çıktıklarının farkında değiller.
Bu coğrafyada büyüyerek var olmak, bizim kaderimizin çağrısıdır. Adına “Büyük Türkiye’’ diyoruz. Siz varın, “gavur aşıklığına” ve bekçiliğe devam edin. Görelim Mevla neyler.