Siyasetin başka araçlarla devamı

Ticaret savaşları yaklaşıyor. Avrupa Birliği yükselen korumacılık ve dağılma ile karşı karşıya iken ABD Başkanı takıntı derecesinde dar anlamda Amerikan çıkarlarına odaklanmış...

Ticaret savaşları yaklaşıyor. Avrupa Birliği yükselen korumacılık ve dağılma ile karşı karşıya iken ABD Başkanı takıntı derecesinde dar anlamda Amerikan çıkarlarına odaklanmış durumda. Dünya düzeninin büyük bir değişimin arifesinde olduğu bu dönemde siyasetin iktisat ile nasıl iç içe geçtiğine bir kez daha tanık oluyoruz. Jeopolitik ortamda öngörülemeyen değişikliler cereyan ederken, küresel ticaret de aynı istikrarsız çizgiyi izliyor. İttifaklar bozulup ve yeniden şekillenirken, iktisadi ilişkilerin de benzer bir seyir izlemesi belki de kaçınılmaz. Von Clausewitz’in savaşın siyasetin başka yöntemlerle devamı deyişini anımsatırcasına, ticaret de siyasetin başka araçlarla devamından başka bir şey değilmiş gibi gözüküyor. Kabuk değiştiren milliyetçilik akımları gelişmiş dünyayı kavururken, küresel ticaret sistemi bundan nasıl etkilenecek? Türkiye giderek çalkantılı bir hal alan denizlerde yol almak için neler yapmalı?

Ticaret, ittifakların şekillenip sonlanmasında nasıl bir rol oynuyor?

Ulus devletin gerçekleştirmeğe çalıştığı en üstün iki değerden biri toplumun refahını temin etmek olduğundan, ticaretin ülkelerarası siyasi ilişkileri bir arada tutan bir zamk olarak önemi aşikardır. Diğer değer ise toplumun güvenliğinin sağlanmasıdır. Refahın teminine dönük faaliyetlerin güvenlik tehditleri oluşturduğunun düşünülmesi durumunda, ülkeler karşılıklı ilişkilerini gözden geçirmeğe yöneliyorlar. Tabii, bunun tersi de doğrudur. Eğer ilişkilerin güvenlik boyutu refahı sekteye uğratırsa, devletler bu konuda da çare üretmeye çalışırlar. Günümüz dünyasına baktığımızda, 'çıkar' kavramsallaştırılmasının çok dar bir çerçeveyle sınırlandırıldığını görüyoruz. Çıkar artık ulus devletin anlık veya kısa vadede sağladığı dolaysız faydaya odaklanan bir kavram. İnsanlar, giderek artan bir biçimde, sadece kendi ülkelerini düşüncelerinin merkezine oturtuyorlar ki, bu gerçek ülkelerinin dünya ile nasıl etkileşim kuracağına ilişkin düşüncelerini de etkiliyor. Böylesi bir yaklaşım, devleti uluslararası toplumun bir üyesi olarak algılayan yaklaşımlardan çok farklıdır. Ülkeyi, bağımsız devletlerden oluşan ancak uluslararası nitelikli bir camianın bir üyesi olarak gören kavramsallaştırma yavaş yavaş kaybolmakta, yerini tamamen ulus merkezli bir düşünce tarzı almaktadır. Sonuç olarak, ülkeler kendilerini bir camianın parçası olarak konuşlandırmaktan kaynaklanan faydaları göz ardı ederek bencilce hareket etmeye başlıyorlar. Bunun isabetinin tartışmalı olduğuna açık bir örnek, üretimi için büyük oranda ithal parçalara bağımlı olan “sözde” Amerikan ürünü Harley Davidson motosikletleridir. Anlaşıldığı kadarıyla, imalatçı firma Amerikan korumacılığının getireceği varsayılan “faydalardan” kurtulmak için başka bir yerde üretim yapmayı düşünmeye başlamıştır.

Türkiye açısından bakıldığında, AB'nin Gümrük Birliği konusundaki tavrı sertleşiyor. Bunu AB’nin iç siyasetinin bir ürünü olarak mı yoksa Türk siyasetindeki değişikliklere bir tepki olarak mı yaptığını düşünüyorsunuz?

Bazen insanlar, zihinlerinin gerisinde farklı düşünceler olsa bile, şu ya da bu nedenden ötürü belirli bir şekilde davrandıklarını söyleyebilirler. Şu sırada, siyasi sisteminin liberal olmayan demokrasi ya da seçimli otoriterlik olarak adlandırılan bir nitelik kazanmış olması nedeniyle Türkiye AB tarafından dışlanıyor. AB ve üyesi ülkeler, değer odaklı bir entegrasyon projesinin ortakları olduklarını ileri sürerek, Türkiye türünden siyasi düzene sahip bir ülkenin AB ile ilişkilerini geliştiremeyeceğini savunuyorlar. Ancak Türkiye, AB’ye üyelik müzakereleri sürecinden bağımsız olarak gümrük birliğini revize etmek istiyor; Gümrük Birliği'ni genel katılım müzakerelerinden ayrı tutarak görüşelim diyor. AB, bugüne kadar çok farklı siyasi rejime sahip ülkelerle kazançlı iktisadi ilişkiler kurabildiğini göstermiştir ama Türk talebine bir türlü olumlu yaklaşmıyor. Sanıyorum, AB’nin Türkiye ile Gümrük Birliği anlaşmasını revize etmeyi reddetmesinin altında güçlü bir iktisadi boyut da bulunuyor: Revizyon olursa, Türk ürünleri Avrupa pazarlarına daha fazla nüfuz edeceğinden ve daha etkin rekabet edeceğinden endişe duyuyorlar. Dolayısıyla, Avrupa'nın davranışlarını incelediğimizde, neler olduğunu çözebilmek için, zahiri açıklamaların arka planına da bakmamız gerekiyor. AB, ABD ile iktisadi ilişkilerinin son derece çekişmeli bir mecraya girdiği bir sırada, Türk ürünlerinin AB piyasalarına girişinin önünü daha fazla açmakta tereddüt ediyor. Son dönem Türkiye’nin ihracat artışındaki en büyük pay AB’ye yapılan ihracattan kaynaklanıyor. AB'nin Türkiye'nin dış ticaretindeki payı yeniden yüzde 50'nin üzerine çıkmış bulunuyor. AB pazarlarına olan bu bağımlılık, Türkiye'nin pazarlık konumunu zayıflatıyor. Mevcut dış ticaretinin zarar görebileceği korkusu, ülkemizi Gümrük Birliği'nde revizyona gitmek için fazla ısrarlı olmaktan alıkoyuyor. AB'nin bu açmazı farkında olmaması mümkün değildir. Bu nedenle, değişikliğe yanaşmayarak bir çeşit korumacılık uyguluyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Dünya tersine mi döndü! 01 Ekim 2018 | 282 Okunma Artık Suriye'nin kaderi Türkiye'nin ellerinde! 24 Eylül 2018 | 299 Okunma Suriye uçurumun kenarında! 10 Eylül 2018 | 290 Okunma Türkiye-AB aşkı yeniden mi alevleniyor? 03 Eylül 2018 | 103 Okunma Ortadoğu'da durumu yeniden değerlendirme zamanı geldi mi dersiniz? 27 Ağustos 2018 | 445 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar