Saraya aday kim olsun?
Aday kim olsun? O mu olsun, bu mu olsun? Tam sağcı mı olsun, orta sağcı mı olsun, yandan çarklı mı olsun? Saray lalesi mi olsun, gülü mü, sümbülü mü? Tartıştığımız şeye bakar...
Aday kim olsun? O mu olsun, bu mu olsun?
Tam sağcı mı olsun, orta sağcı mı olsun, yandan çarklı mı olsun?
Saray lalesi mi olsun, gülü mü, sümbülü mü? Tartıştığımız şeye bakar mısınız?
Üstelik, dediğim dedikçiliğe, öttürdüğüm düdükçülüğe “Hayır” dediğimiz 16 Nisan halkoylamasının üstünden bir yıl geçtikten sonra…
Hani, bizim “hayır”larımızın Yüksek Seçim Kurulu’ndakilerin kararı ile hiç edildiği, Ali-Veli kırk dokuz elli yapıldığı halkoylaması var ya, o…
Şimdi ne oldu da, kabul etmediğimiz bir uygulamayı yaşama geçirmek, Saray’a aday belirlemek için birbirimizle yarış ediyoruz?
Bugünkü değil de, başkası oturunca o Saray’a, meşruti monarşi bulamacı ortadan mı kalkacak?
Hem, başkası da gelse, bugünkü gibi başımıza oturup ensemizde boza pişirmeyeceği nereden belli?
Gelecek olan, “parlamenter demokrasiye geçeceği konusunda güvence” verecekmiş, vermeliymiş…
Mişli geçmiş zaman, “mişti” ile biter. “Bir zamanlar demişti” ile pişti olmayacağımızı kim garanti edecek?
100 yıl önce Ulusal Kurtuluş Savaşı vermişiz, kokuşmuş imparatorları tepemizden atmış, halkçı yönetimi kurmuşuz.
Aklımızı peynir ekmekle yemediysek, ne diye saltanata dönüş için aday belirliyoruz, anlamak olası değil.
Toplumsal muhalefeti doğruda buluşturamayan siyasi kadrolar, tarihsel bir sorumluluk ile karşı karşıyadırlar:
Yapılması gereken, güçler ayrılığıyla, demokratik kitle örgütlerinin öncelendiği kamuoyuyla, halkın eşitlikçi ve dürüst yöntemlerle temsil edildiği demokratik, laik, sosyal hukuk devletini...