Beşinci zirve, beşinci hava devriyesi vs...

İdlib artık ne gerginliği azaltma bölgesi ne de çatışmasızlık bölgesi!.. Dün Ankara’da 5’incisi yapılan üçlü zirvenin (Türkiye-Rusya-İran) ana konusu idi. Acaba bu zirveden sonra...

İdlib artık ne gerginliği azaltma bölgesi ne de çatışmasızlık bölgesi!.. Dün Ankara’da 5’incisi yapılan üçlü zirvenin (Türkiye-Rusya-İran) ana konusu idi. Acaba bu zirveden sonra İdlib’de gidişat değişebilir mi?
 
 
İdlib ve çevresinde dört milyon insan yaşıyordu… Önemli bir kısmı tamamen yakılıp yıkılan Halep’ten gelmişti. Halep’te, Rakka’da ve diğer yerlerde yaşanan faciaların bir benzerinin tekerrür etmemesi için, sayısız alt kademe görüşmeleri ve bugüne kadar dört zirveye konu olan İdlib, an itibarıyla Suriye’nin en kırılgan ve en vahim durumdaki bölgesi… Türkiye-Rusya ve İran arasında, Soçi Zirvesinde, İdlib’de gerginliğin azaltılması; ateşkesin kalıcı kılınması ve böylece çatışmasızlığın temin edilerek, yeni bir insani dramın önüne geçilmesi konusunda mutabakata varılmıştı. Ancak geçen zaman zarfında, bu mutabakat tam manasıyla işlemedi ne yazık ki… Zira Suriye rejiminin, Rusya’nın da onayı ve desteğiyle buradaki sivil insanlara yönelik korkunç hava saldırılarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti ve bir milyona yakın sığınmacı da, bulunduğu yerleri terk ederek Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladı! Anlayacağınız İdlib hâlihazırda ne gerginliği azaltma bölgesi ve ne de çatışmasızlık bölgesi. Bu sonuç, Rusya’nın desteği ile Soçi mutabakatını aleni şekilde ihlal eden Suriye rejiminin sorumluluğudur. Öyle ki, Suriye rejimi birden fazla kere Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarına havan ve top ateşi açma cüretini de gösterdi. Ankara’nın çok sert ve kararlı ikazları sonucu (Türkiye’nin bölgede çok güçlü bir askerî yığınağını hatırlatalım…), bu taciz ateşi durdu, ancak orada yaşayan insanların huzurunu kaçıran saldırılar, hemen her gün karadan ve havadan devam ediyor. İşte böyle bir atmosferde, Ankara’da dün Türkiye-Rusya ve İran’ın katıldığı, üçlü zirvenin beşincisi gerçekleşti. Peki, bu zirveden sonra İdlib’de mevcut tehlikeli gidişatı değiştirecek bir gelişme yaşanabilir mi? İnşallah diyelim. En azından bu zirvenin gerçekleşmiş olması bile tek başına olumlu bir gelişmedir… Fakat sadece İdlib ve Suriye değil, Orta Doğu’nun tamamında o kadar çok iç içe tehlikeli gelişmeler var ki, insan ister istemez bedbin oluyor!
Ankara’da bahse konu üçlü zirvenin gerçekleştiği saatlerde, diğer yandan Türkiye ile Amerika tarafından “güvenli bölgede” beşinci hava devriyesi icra edildi. Ama “güvenli bölgenin” tesisi ve kontrolünün kimde olacağı konusunda ABD ile görüş birliğine varmamız çok zor görünüyor. Türkiye bu konuda ABD’nin oyalama politikalarına açık ve net tepki gösterirken, bir taraftan da gerektiğinde “kendi göbeğini kendi kesmek” için sahadaki hazırlıklarını tamamlamış bulunuyor. Bunun manası da Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâttır… Bu arada Beşar Esad Yönetimi, BM’ye bir mektup yazarak PYD/YPG tarafından yönetilen SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri), terörist olarak ilan etti. Dikkat çekici bir gelişme. Bu yaklaşımın temelinde de, ABD’nin en yeni silahlarla donattığı SDG’nin içine, İsrail’in sızmış olması yatıyor! Bu çok yeni bir denklem, bakalım devamında nasıl bir hâl alacak?.. Suriye’de bütün bunlar olurken, en başından beri Beşar Esad rejimini arkalayan ve Rusya’nın müdahalesine kadar ayakta durmasını sağlayan, İran’ın atraksiyonları da, Orta Doğu’nun genelinde devam ediyor. Hasan Ruhani’nin Ankara’da görüşmeler yaptığı saatlerde, İran, Birleşik Arap Emirliklerine yakıt götüren bir tankere el koydu… İran temmuz ayında da, iki ayrı tankere el koymuştu. Bunun sebebi, İngiltere’nin temmuz başında İran’a ait bir tankere Cebelitarık Boğazı’nda el koymasıydı. Bu tırmanmanın nereye varacağı merak edilirken, daha büyük ve tehlikeli boyutta bir saldırı Suudi Arabistan ile İran’ı bir kere daha karşı karşıya getirdi. Suudi Arabistan’ın en büyük şirketi olan Aramco’nun petrol üretim tesislerine, drone'larla yapılan ve on yedi hedefin vurulduğu açıklanan saldırı, bir anda dünya petrol fiyatlarını uçurdu. Çünkü S. Arabistan bu saldırıları gerekçe göstererek üretimi durdurdu…
Şimdi herkes bu saldırının failini arıyor. İran’ın desteklediği Yemen’deki Husiler, "saldırıyı biz yaptık" diyor. Ancak bin küsur kilometre mesafeden Husilerin bu çapta bir saldırı yapma kabiliyeti, zor hatta imkânsız görülüyor. Bu arada Amerika, daha ilk dakikadan itibaren, İran’a parmak uzatarak suçlu ilan ediyor. Bunun sebebi de belli. Zira epey zamandır ABD, S. Arabistan; Mısır ve BAE ile İran arasında bir vekâlet savaşı kurgulamaya çalışıyor. Komplo teorisi oldukça fazla… Bazıları da Aramco’ya yapılan saldırı ile Trump’ın güvenlik danışmanı Bolton’un kovulması arasında bağ kuruyor. Sebep yine İran… Diğer taraftan Yemen’deki savaşta başarılı olamayan S. Arabistan ve BAE, birbirine oyun çekmeye başladı. BAE, İran’la görüşünce, S. Arabistan da dolaylı yollardan Katar’la temas kurmaya başladı.
Velhasıl Orta Doğu her zamankinden daha karışık...
İdlib ve çevresinde dört milyon insan yaşıyordu… Önemli bir kısmı tamamen yakılıp yıkılan Halep’ten gelmişti. Halep’te, Rakka’da ve diğer yerlerde yaşanan faciaların bir benzerinin tekerrür etmemesi için, sayısız alt kademe görüşmeleri ve bugüne kadar dört zirveye konu olan İdlib, an itibarıyla Suriye’nin en kırılgan ve en vahim durumdaki bölgesi… Türkiye-Rusya ve İran arasında, Soçi Zirvesinde, İdlib’de gerginliğin azaltılması; ateşkesin kalıcı kılınması ve böylece çatışmasızlığın temin edilerek, yeni bir insani dramın önüne geçilmesi konusunda mutabakata varılmıştı. Ancak geçen zaman zarfında, bu mutabakat tam manasıyla işlemedi ne yazık ki… Zira Suriye rejiminin, Rusya’nın da onayı ve desteğiyle buradaki sivil insanlara yönelik korkunç hava saldırılarında yüzlerce kişi hayatını kaybetti ve bir milyona yakın sığınmacı da, bulunduğu yerleri terk ederek Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladı! Anlayacağınız İdlib hâlihazırda ne gerginliği azaltma bölgesi ve ne de çatışmasızlık bölgesi. Bu sonuç, Rusya’nın desteği ile Soçi mutabakatını aleni şekilde ihlal eden Suriye rejiminin sorumluluğudur. Öyle ki, Suriye rejimi birden fazla kere Türkiye’nin İdlib’deki gözlem noktalarına havan ve top ateşi açma cüretini de gösterdi. Ankara’nın çok sert ve kararlı ikazları sonucu (Türkiye’nin bölgede çok güçlü bir askerî yığınağını hatırlatalım…), bu taciz ateşi durdu, ancak orada yaşayan insanların huzurunu kaçıran saldırılar, hemen her gün karadan ve havadan devam ediyor. İşte böyle bir atmosferde, Ankara’da dün Türkiye-Rusya ve İran’ın katıldığı, üçlü zirvenin beşincisi gerçekleşti. Peki, bu zirveden sonra İdlib’de mevcut tehlikeli gidişatı değiştirecek bir gelişme yaşanabilir mi? İnşallah diyelim. En azından bu zirvenin gerçekleşmiş olması bile tek başına olumlu bir gelişmedir… Fakat sadece İdlib ve Suriye değil, Orta Doğu’nun tamamında o kadar çok iç içe tehlikeli gelişmeler var ki, insan ister istemez bedbin oluyor!
Ankara’da bahse konu üçlü zirvenin gerçekleştiği saatlerde, diğer yandan Türkiye ile Amerika tarafından “güvenli bölgede” beşinci hava devriyesi icra edildi. Ama “güvenli bölgenin” tesisi ve kontrolünün kimde olacağı konusunda ABD ile görüş birliğine varmamız çok zor görünüyor. Türkiye bu konuda ABD’nin oyalama politikalarına açık ve net tepki gösterirken, bir taraftan da gerektiğinde “kendi göbeğini kendi kesmek” için sahadaki hazırlıklarını tamamlamış bulunuyor. Bunun manası da Fırat’ın doğusuna yapılacak harekâttır… Bu arada Beşar Esad Yönetimi, BM’ye bir mektup yazarak PYD/YPG tarafından yönetilen SDG’yi (Suriye Demokratik Güçleri), terörist olarak ilan etti. Dikkat çekici bir gelişme. Bu yaklaşımın temelinde de, ABD’nin en yeni silahlarla donattığı SDG’nin içine, İsrail’in sızmış olması yatıyor! Bu çok yeni bir denklem, bakalım devamında nasıl bir hâl alacak?.. Suriye’de bütün bunlar olurken, en başından beri Beşar Esad rejimini arkalayan ve Rusya’nın müdahalesine kadar ayakta durmasını sağlayan, İran’ın atraksiyonları da, Orta Doğu’nun genelinde devam ediyor. Hasan Ruhani’nin Ankara’da görüşmeler yaptığı saatlerde, İran, Birleşik Arap Emirliklerine yakıt götüren bir tankere el koydu… İran temmuz ayında da, iki ayrı tankere el koymuştu. Bunun sebebi, İngiltere’nin temmuz başında İran’a ait bir tankere Cebelitarık Boğazı’nda el koymasıydı. Bu tırmanmanın nereye varacağı merak edilirken, daha büyük ve tehlikeli boyutta bir saldırı Suudi Arabistan ile İran’ı bir kere daha karşı karşıya getirdi. Suudi Arabistan’ın en büyük şirketi olan Aramco’nun petrol üretim tesislerine, drone'larla yapılan ve on yedi hedefin vurulduğu açıklanan saldırı, bir anda dünya petrol fiyatlarını uçurdu. Çünkü S. Arabistan bu saldırıları gerekçe göstererek üretimi durdurdu…
YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Ekrem İmamoğlu doludizgin gidiyor!.. 19 Kasım 2024 | 1.136 Okunma Netanyahu’nun ağzı kulaklarında!.. 16 Kasım 2024 | 59 Okunma Donald Trump Başkan mı, “Süpermen” mi? 14 Kasım 2024 | 50 Okunma İslâm dünyası nasıl bir aksiyon alabilir? 12 Kasım 2024 | 127 Okunma Latin Amerika’dayız… 09 Kasım 2024 | 78 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar