Aptalın tekiyim ben
“Aptal olmayı sever mi insan? Ben sevdim. Aptalın tekiyim ben.” Duydum duyalı beynimi zonklatan bir ağrıya dönüştü bu cümle. Çünkü hikâyenin tamamını biliyorum ben. Hikâyenin tamamını...
“Aptal olmayı sever mi insan? Ben sevdim. Aptalın tekiyim ben.”
Duydum duyalı beynimi zonklatan bir ağrıya dönüştü bu cümle. Çünkü hikâyenin tamamını biliyorum ben. Hikâyenin tamamını biliyor olmanın yorgunluğunu da biliyorum elbette ama o yorgunluğun içinde küçük umutlar, küçümen adalar, incecik gün ışıkları da gizli. Misal “gelirsen simit alayım mı?” cümlesinin dönüştüğü imgenin insanı gülümseten umudu yahut sabah olmuş da uzaktan bir trenin sesiyle birlikte perdenin hafif aralık kenarından sızan güneşin umudu.
Öyledir. İnsan tekleri sürprizli varlıklardır. Bunu da bir kez konuştuğumuzu hatırlıyorum biriyle. “Asla yapmam” dediği ne varsa yaparken buluverir kendini insan günün birinde. Büyükler boşuna “büyük lokma ye, büyük konuşma” dememiş.
“Hikâyenin tamamını biliyorum” derken dümdüz yalan söylediğimi fark etmemiş olamazsınız. Hikayenin tamamını bilmek için Adem’in ve Havva’nın cennetten kovulduğunu bilmek yetmez çünkü. Aynı zamanda kavuşmak için ettikleri duaları da bilmeniz gerekir. Gerçi “kavuşmak” gerçekleştiği anda kendini imha eden bir intihar görevi gibidir ama bu sırra insanların pek azı vakıftır.
Soru neydi: “Aptal olmayı sever mi...