Ateşe iki odun
‘Ben metropol, şehir, kaldırım, wi-fi, akıllı telefon, kaotik atmosfer seven biriyim. Öyleyse niçin kuş uçmaz kervan geçmez bu yaylada, Elmalı’da içimi mutluluğa çok benzeyen bu his...
‘Ben metropol, şehir, kaldırım, wi-fi, akıllı telefon, kaotik atmosfer seven biriyim. Öyleyse niçin kuş uçmaz kervan geçmez bu yaylada, Elmalı’da içimi mutluluğa çok benzeyen bu his dolduruyor?’
Yalazlanan ateşten kürekle köz alıp semaverin altına koymaya çalışırken düşündüm bunu. Ne kadar uzun süredir çaya sadece ‘çay verir misin’ cümlesinin ardından sahip olduğumu da.
Aşağıdaki dereye yürüdüm sonra çocuklarla. Bir kişinin ancak geçebileceği o kalas köprüden korka korka karşıya geçtim. Dereye taş attım çocuklarla. Kamış buldum. Ney gibi tuttum ağzıma. Sanırım ‘kız ney’ dedikleri boydaydı. Kılıçcılık oynadık kızımla. ‘Ama senin kılıcın bambu olduğu için daha avantajlısın’ dedi bana. ‘Aslında o bir kılıç değil ney’ dedim.
Dereden yukarıya, elime geçirdiğim ağaca dayana dayana usul usul yürürken ‘asa’ meselesine kafa yordum. Eğer Peygambersen, ermişsen, evliyaysan elindekine ‘asa’ derlerdi. Değilsen baston. Demek ki bastonla asa arasında yaşlanmakla olgunlaşmak arasındakine benzer bir fark vardı. ‘Kırk yaşına geldin oğlum İsmail, ama seninki baston işte’ diye düşünüp gülümsedim yeşile karşı.
Nefes nefese kaldım ateşin yanına tekrar varınca.
Musa, elinde küçücük bir tabak dağ çileği ile çıkageldi. ‘Bahçeden abi’ dedi. Çilek dişlerimin arasında ezilip bütün rayihasını ağzıma boca ederken şehirde çocuklarımızın çilek sanarak yedikleri o meyveye de, çocuklarımıza da üzüldüm.