Atlatır mıyız?
Yaşı benim gibi kırkı geçenler, 90’ların başından 2003’e kadar süren 94 ve 2001 krizlerini de içinde barındıran o 12-13 yıllık korkunç dönemi çok iyi hatırlayacaklardır. Ekonomik...
Yaşı benim gibi kırkı geçenler, 90’ların başından 2003’e kadar süren 94 ve 2001 krizlerini de içinde barındıran o 12-13 yıllık korkunç dönemi çok iyi hatırlayacaklardır. Ekonomik istikrarsızlığa siyasi istikrarsızlığın da eklendiği, tabiri caizse dilenci durumuna düştüğümüz bir dönemdi. Dönemin içine bir post modern darbe, yakılan yüzlerce köy, mafya hesaplaşmaları, Susurluk skandalı, koalisyonlar, Anayasa krizi falan filan sığmıştı.
2002’den itibaren hızla düzelen ekonomimiz, aynı zamanda kalkınmayı da yanına alarak belirli bir istikrara kavuştu. Finans sistemiyle mutabakat içerisinde, yabancı yatırımcı için cazibe merkezi haline gelen bir para sistemimiz oluştu 2002’den sonra.
Adını doğru düzgün koymak lazım… 2009 yılından itibaren oldu ne olduysa. 2009 yılı, Türkiye’nin dış politikada “makas değiştiriyorum” dediği yıldı çünkü. Özelde Ortadoğu coğrafyasına, genelde tüm İslam alemine yönelik bir açılımla viraj aldı dış politikamız. Afrika açılımımız da cabası.
Bence bir şey daha oldu 2009’da. Türkiye, çok uzun yıllardır “Amerikancı” bir görünüm içindeydi. Amerika ile müttefiklik ilişkilerimiz belki ortadan kalkmadı ama güçlü bir ülke olma niyetiyle Rusya, Çin, Avrupa Birliği, Körfez Arapları gibi merkezlerle de sıcak ilişkiler kurulan bir modele geçtik.
Şunun da adını doğru düzgün koyalım. 2009’dan sonra ülkemizin başına gelenler tabiri caizse pişmiş tavuğun başına gelmedi. Çözüm süreci meselesinden Gezi sürecine, 17-25 Aralık ihanetinden 15 Temmuz hainliğine değin pek çok krizle karşı karşıya kaldı ülkemiz.
Bu krizlere siyaseten cevap vermeyi başardık. Her biri ayrı ayrı taca çıkarıldı bu krizlerin. Gezi’nin ne olduğu da anlaşıldı, PKK’nın asıl amacı da, sümüklü Mehdi’nin hainlikleri de.