Aynaya, kendine
Sen bize bakma. Biz de gideriz meyhaneye amma ki şerhoşluk için değil zinhar. Ayılmaya gideriz biz meyhaneye. Elinde cam kadehiyle gelen saki bize şarabı verince serabı terk eder de hakikatin koynunda gecelemeye azm ve cezm ve kast ederiz. “Eya...
Sen bize bakma.
Biz de gideriz meyhaneye amma ki şerhoşluk için değil zinhar. Ayılmaya gideriz biz meyhaneye. Elinde cam kadehiyle gelen saki bize şarabı verince serabı terk eder de hakikatin koynunda gecelemeye azm ve cezm ve kast ederiz. “Eya saki” diye ünlediğimizde şol aşkın şarabıyla gelen saki tımar eder yaralarımızı da içimizin atları dörtnala salınır ovalarda. “Yandım” dedikçe doldurur saki. Yanmak biliriz amma kanmak bilmeziz. Güneşin ilk ışıkları meyhanenin kıynaşık kapısından süzülmeye başlayanda derdimizi unutmayız, haşa. Hatta bir dua salarız ellerimizi açıp. Deriz ki “derdimizi artırasın ki serhoşluğumuz artsın. Serhoşluğumuz arta ki derdimiz çoğala.”
Sen bize bakma.
Biz de severiz halimizce. Halimizce bir Süleyman değilsek de Asaf’ın mikdarın biliriz. Belkıs’ın yurdu, otağı, hanesi gönlümüzün ne yanına düşer, sezeriz. Gözdür Belkıs’ın gözü. Sözdür bizim sözümüz. Süzüle süzüle akanı yaş sanırsın sen şimdi. Değildir. Onun ne olduğunu bilmeyen âşık da değildir hakikatte. Mağarada gördüğü gölgeyi gerçek zanneden zavallının haline benzer o bahtsızın hali ki baka da ibret alasın.
Sen bize bakma.
Biz de gideriz meydana. Aşkın...