Bedevi, hadari, vahşi
İbrahim Kalın’ın yakınlarda yayınlanan ve bence bir başyapıt niteliğinde olan “Barbar, Modern, Medenî” kitabını okurken karşılaştığım kimi tespitler ve geçtiğimiz cumartesi gecesi...
İbrahim Kalın’ın yakınlarda yayınlanan ve bence bir başyapıt niteliğinde olan “Barbar, Modern, Medenî” kitabını okurken karşılaştığım kimi tespitler ve geçtiğimiz cumartesi gecesi TVNET ekranında konuk ettiğim iki önemli ismin, Recep Şentürk ve Tahsin Görgün hocaların sohbetleri zihnimde meseleyi yerli yerine oturdu.
Aslında adına “insanlık tarihi” dediğimiz büyük hikâyenin sıkıştığı yer bütünüyle “bir arada yaşayacağız, ama nasıl?” sorusuna aranan cevapmış gibi geliyor bana. İnsan tekleri, bir arada yaşamaya meyyaller. Hatta denebilir ki insan yaratılışı, doğası gereği “bir diğeri ile yan yana ve/veya karşı karşıya yaşama zarureti hisseden” bir varlık.
Evden köye, oradan şehre ve devlete, hatta imparatorluğa kadar insanın kurduğu “bir arada yaşama organizasyonlarının” güvenlik, huzur, barış, refah, mutluluk gibi pek çok amaçları olmuş. Bu amaçlar bazen tek başlarına, bazen diğer kavramlarla birleşerek sürekli belirleyici olmuşlar.
İbrahim Kalın’ın adı geçen kitabından, İbn-i Haldun’un “medeniyet” tanımını hatırlayalım. Şöyle diyor büyük âlim: “Umran (medeniyet) toplumla ünsiyet etmek, ihtiyaçları gidermek maksadıyla şehre veya köye inmek ve orada birlikte ikamet etmekten ibarettir. Birlikte yaşamanın sebebi, maişetlerini temin ederken tabiatları icabı insanların birbirine yardım etme durumunda bulunmalarıdır.”
Yani aslında medeniyet, doğrudan doğruya bugün anladığımız manada bir “eskide kalmış güzellikler bütünü” demek değildir. Medeniyet, insan teklerinin diğer insan tekleriyle bir araya gelerek “menfaatleri lehine” bir organizasyon kurabilme kabiliyetlerinin adıdır öncelikle.
İşte tam bu noktada İbn Haldun bir kez daha girsin devreye. Özetle diyor ki İbn Haldun “yaşadığı çevreye fayda sağlamayan insan teklerine bedevi, yaşadığı çevreye fayda üreten insana hadari (medeni, uygar) denir.”