Bir kuyuya nasıl düşmeli insan?
O çölde, o kuyunun içinde, o kervan gelmezse ne yapar insan biz bilmeyiz ki. Sen bize, kuyuya düşünce kervanın geleceğini öğrettin. Sen bize, kuyuya düşene yardım gelir diye bellettin. Kuyudayız Yusuf. Gelmiyor yardım....
O çölde, o kuyunun içinde, o kervan gelmezse ne yapar insan biz bilmeyiz ki. Sen bize, kuyuya düşünce kervanın geleceğini öğrettin. Sen bize, kuyuya düşene yardım gelir diye bellettin. Kuyudayız Yusuf. Gelmiyor yardım. Yetişmiyor inayet. Karanlık çoğalıyor. Işık azalıyor. Sudaki ayaklarımız şiştikçe şişti. Bir ses duymak umuduyla çürüyor tenimiz. Bir ses Yusuf… Ta uzaktan bir katırın boynuna bağlı çanın sesi… Cariyelerin gizleyemedikleri gülüşmelerinin sesi… Bir köpeğin havlaması yahut inlemeye benzer sesi bir devenin. Ses yok. Sonsuz bir ıssızlıkta renk yok, ışık yok, ses yok. Kuyudayız Yusuf.
Kuyudayız Yusuf. Bizi Mısır’a bir götüren olmazsa ne yaparız biz bilmeyiz ki. Bir köle pazarında, bir çığırtkanın dilinden “böylesini görmemişsinizdir” cümlesi dökülmez hakkımızda bizim. Bizi kimseler öyle övmez Yusuf. Bizi gören kendisinden geçmez. “Mutlaka almalıyım, bu mutlaka benim olmalı” diyerek kimse açmaz kesesinin ağzını. Hesaba katılmayız biz. “Satılırsa satılır, satılmazsa da ne gam, kesiveririz boynunu” derler bizim hakkımızda en fazla. Sıranın sonundayızdır o yüzden. Sıranın sonunda, hayatın sonunda, umudun sonundayızdır. İncecik ve yamru yumru bedenlerimizle kimse talip olmaz bize. Elimizden bir iş gelmez. Yük taşıyamayız. Ağaç yontamayız. Şarabı usulünce dolduramayız. Efendimizi eğlendiremeyiz. Kimse âşık olmaz bize Yusuf.
Kimse âşık olmaz bize Yusuf. Kimse âşık olmayınca ne yapacağımızı biz bilmeyiz ki. Kadınlar hakkımızda dedikodu yapmaz. Erkekler konuşmaz arkamızdan. Züleyha kimseleri davet etmez evine. Kimsenin eline keskin mi keskin bıçaklar vermez. Bizi görünce kimse kesmez elini. Kimsenin kanı akmaz bizim için. Kimse mest olmaz. Bizim gömleğimiz yırtılmaz Yusuf.
Bizim gömleğimiz yırtılmaz Yusuf. Gömleğimiz yırtılmayınca ne yapacağımızı biz bilmeyiz ki. Zindana atmazlar bizi. Zindana atmaya layık görmezler. “Zavallı” derler ardımızdan keyifleri yerindeyse, yoksa zavallı denilecek kadar bile çekmeyiz kimsenin dikkatini. Kimse rüyasını anlatmaz bize. Kimsenin rüyasının yorumunu bilmeyiz. Semiz inekler ve zayıf inekler, yeşil tarlalar ve sarı tarlalar ne anlama gelir bilmeyiz. Kuyudan çıkmayı bilmediğimiz gibi bilmeyiz zindandan çıkmayı da. Unuturlar bizi zindanda Yusuf.
Unuturlar bizi zindanda Yusuf. Zindanla zindanın dışının farkını biz bilmeyiz ki. “Yönet” diye emrimize verilen bir hazine yoktur. Siloları buğdayla, arpayla ve üzümle doldurmak gelmek elimizden… Gözlerimiz dolar bizim en fazla. Onun da nedenini kestiremeyiz. Belki toz kaçmıştır zannederiz. Belki çöl ya da kuyu ya da bir cariye gülüşü ya da zindan ya da rüya ya da hazine kaçmıştır gözümüze. Biz nedensiz ağlamayı başaramayız Yusuf.
Biz nedensiz ağlamayı başaramayız Yusuf. Kalbimizin göğsümüzün ne tarafında olduğunu biz bilmeyiz ki. Babalarımız özlemez bizi. Hiçbiri tepelere çıkıp uzakların kokusunu burnuna çekmez. Hiçbiri “burnuma oğlumun kokusu geliyor” demez. Hiçbirinin gözü kör olmaz ağlamaktan. Dünya bizi unutur Yusuf.