Bir seyis hikâyesi
Ben elbette Sadi’nin yalancısıyım. O anlattı ben dinledim, oradan bilirim birazdan anlatacağım hikâyeyi ki anlayana ibrettir, anlamayana gaflettir.Vakitler vakit içre, şehirler şehir içre imiş. İnsan insanın yurdu...
Ben elbette Sadi’nin yalancısıyım. O anlattı ben dinledim, oradan bilirim birazdan anlatacağım hikâyeyi ki anlayana ibrettir, anlamayana gaflettir.
Vakitler vakit içre, şehirler şehir içre imiş. İnsan insanın yurdu, zan gerçeğin kurdu imiş. Haksız yere bir serçeyi öldürse Allah’ın bunun hesabını soracağını bilen kulların bunu bilmeyen kullardan çok olduğu bir eski zaman imiş.
İran’ın mıdır Turan’ın mı bilmem, ismine Dârâ derler bir hükümdar varmış ki halkının yüzünü güldürürmüş her vakit. İyilik yapar hayır dua alırmış fakir fukaradan, garip gurebadan.
Hükümdar Dârâ’nın, yücelerden yüce bir tepeye kurulu güzeller güzeli bir sarayı varmış ki bir kapısından sabah girsen öbür kapısından öğle ezanıyla ancak çıkarmışsın.
Dârâ’nın bu dünyadan sevdiği iki şey varmış. Biri atı Akduman, diğeri de avlanmak.
Av dediysek sanma ki tavşana kekliğe ok atarmış hükümdar. Vurduğu ya ceylan olacakmış ya aslan. Akduman’a binip “ya Allah” diye hopladı mı yel olur uçar, yıldırım olur konarmış avının üstüne.