Bırakın derdi olan derdini sevsin
Yusuf’la çorbaları söyledik. Arabada yol boyunca parça parça konuştuğumuz meseleleri konuşmaya devam ettik masada da: Fıkıh ilminin kendini bugün yeniden üretmesinin yol açabileceği imkânlar, K-Pop...
Yusuf’la çorbaları söyledik. Arabada yol boyunca parça parça konuştuğumuz meseleleri konuşmaya devam ettik masada da: Fıkıh ilminin kendini bugün yeniden üretmesinin yol açabileceği imkânlar, K-Pop gruplarının modern kültlere benzer organizasyonu ve gençlerin uğradığı derin hayal kırıklıklarının yol açtığı sorunlar.
Öyledir. Derdini seven adamlarız biz. Gündemimize aldığımız meselelerin tamamı derdimizle doğrudan ilgili meseleler. Bir çeşit akılda tutma, bir çeşit düşünme biçimi bizim açımızdan “parça parça dertlerimizi konuşma” işi.
Çorba içmek için oturduğumuz masanın tam çaprazında sekiz kişilik kadınlı erkekli bir başka masa vardı. Masadaki kadınlar bizi tanımış olacaklar ki neredeyse vitrine bakar gibi ikimizi süzdüler ve bundan rahatsız olabileceğimiz bir an olsun akıllarına gelmedi.
Biz derdimizi konuşmaya devam ettik elbette ama bambaşka ve yepyeni bir derdimiz daha oldu. Yan masayı kasten uzun uzun süzüp dedim ki Yusuf’a. “Yusuf bak, masadaki hanımların tamamının yüzünde en az ikişer estetik var. Her biri sağ ve sol ellerinin parmaklarında yüzer bin lira taşıyorlar. Üstelik tamamı başörtülerini bu yılın modası olan şu iğrenç spor ayakkabıları ile tamamlamışlar. Birini vitrin izler gibi izlemenin en azından “yakışıksız” bir şey olduğunu bilebilecek temel görgüden de yoksunlar.”
Masadaki adamlardan biri, sadece bizim değil, ortamdaki herkesin duyabileceği şekilde anlatmaya başladı: “Ben onu sayın vekilimize izah ettim. O noktada imar izinlerinin verilmemiş olması çok yanlış. Hallederiz bir şekilde yani…”
Sanki hayat böyle ilerliyor bir süredir memlekette. “Hallederiz bir şekilde…” diyen adamlarla umutsuzca “bu meseleyi nasıl halledeceğiz?” sorusunun peşine düşen adamlar arasındaki gerginlikle ilerliyor her şey.