Bu düğün daha önce yapıldı
Çocukluğumun Ankara’sında iki tür düğün vardı. Birincisinde damadın evinin önündeki sokak iki başından trafiğe kapatılır, derme çatma bir masanın arkasında oturan elektro bağlamacı...
Çocukluğumun Ankara’sında iki tür düğün vardı. Birincisinde damadın evinin önündeki sokak iki başından trafiğe kapatılır, derme çatma bir masanın arkasında oturan elektro bağlamacı oyun havaları çalar, mahallenin delikanlıları çılgınlar gibi oynarlardı. Bunun adı ‘kına gecesi’ idi. Ertesi gün de limonatalar, kuru pastalar ve sigara dumanları arasında bir ‘salon düğünü’ yapılırdı. Diğer modelde ise kına gecesi yine aynı usulle yapılır, ertesi günse öğle yemeğini müteakip bir mevlit okutularak düğün ‘muhafazakar’ bir eyleme dönüştürülürdü.
Kır düğünü falan bilmezdik. Dahası, niçin kırda düğün yapılsındı ki? 1980’lerin Ankara’sı zaten yarısı kır bir şehirdi. En nihayet mahallenin kahvesinden alınan ahşap masa ve sandalyelerle ilk müsait arsayı şahane bir kır düğünü atmosferine çevirebilirdik. Bunu hiç istemedik.
Sonra yıllar yıllara karıştı. Ben dahi, Ankara’daki evimizin önündeki sokağı trafiğe keserek yapılan bir kına gecesi ve ertesi gün yenilen öğle yemeğinin ardından okunan ‘ilahi’lerle dünya evine girdim. Sene 2001’di.
Düğünde dehşetli biçimde şunu fark ettiğimizi hatırlıyorum hanımla: Bu düğün bizim değil, başkalarının düğünü.
Tamam, biz oradaydık. Hanımda gelinlik, bende damatlık vardı. Fakat ‘düğün’ isimli eylemin bütünü bizim evlenmemizi anlamamız üzere değil de başkalarının, eşin, dostun, akrabanın evlendiğimize sevinmesi için düzenlenmiş bir ‘basmakalıplık’ şekli idi.
Niyeyse 2000’li yıllarda yeni orta sınıfın bütün gelin adayı genç kızları ortak ve yanlış bir cümlede birleştiler: ‘Benim düğünüm çok farklı olacak!’