Çay içerken
“Şurada oturalım mı?” dedik birbirimize. Şehirde, o kabus gibi geçen otuz günün sonunda bazı tezgahlar işlemeye, bazı dumanlar tütmeye başlamıştı. Havalimanından sonra Duran abi “belki Hacı...
“Şurada oturalım mı?” dedik birbirimize. Şehirde, o kabus gibi geçen otuz günün sonunda bazı tezgahlar işlemeye, bazı dumanlar tütmeye başlamıştı.
Havalimanından sonra Duran abi “belki Hacı Fidan açıktır” diyerek bizi o meşhur paçacıya götürdü. Açıktı. Paçaları içince şehrin normalleşebileceğine, yeniden o eski, güzel haline dönebileceğine dair bir umut yeşerdi içimizde. Paçadan sonra her normal Türk gibi “çay var mı?” diye sorduk. Hem kasada durup hem servis yapan delikanlı “çay yok abi, tek başıma çalışıyorum. Demlemeye fırsatım olmadı” dedi.
“Şurada oturalım mı?” sorusu, işte bu yüzden, çay ihtiyacımız yüzünden çıktı ortaya.
Şehirde bildiğimiz, alışkanlık üzere oturduğumuz hemen her yer kapalıydı. Biz de açık olduğunu gördüğümüz o mekana, Tombak Ahmet amcanın 4 katlı nefis antika deposunun yanındaki kafeye çöktük.
Mekanın asma kat dışında bir çıkmasının olmaması, hele bizim oturduğumuz yerde, üzerimizdeki açılır kapanır çatı dışında bir meselesinin olmuyor oluşu güven verdi.
İnsanı tanırsınız ya. Aradığı ilk şey güvendir ve bulduğunda hemen unutur aradığı ilk şeyin güven olduğunu....