Çölleşmek değil yeşillenmek
Bir tebrikle başlayayım. Avrupa Konseyi Parlamenterler Birliği’nin yüksek prestijli ödülü “Europe Prize”ı bu yıl Gaziantep Büyükşehir Belediyesi kazandı. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin şehrini 1955’ten bu yana verilen bu ödülde ödül alan dördüncü Türkiye şehri yapmayı başardı. Sonra da geleyim bu ödülü bahane ederek konuşmak istediğim meseleye. Fatma Şahin’in ödül için hazırladığı adaylık filminde yaptığı 3 temel vurgu var. İlki “temiz ve yenilenebilir enerji”, ikincisi “sürdürülebilir
Bir tebrikle başlayayım. Avrupa Konseyi Parlamenterler Birliği’nin yüksek prestijli ödülü “Europe Prize”ı bu yıl Gaziantep Büyükşehir Belediyesi kazandı. Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin şehrini 1955’ten bu yana verilen bu ödülde ödül alan dördüncü Türkiye şehri yapmayı başardı.
Sonra da geleyim bu ödülü bahane ederek konuşmak istediğim meseleye. Fatma Şahin’in ödül için hazırladığı adaylık filminde yaptığı 3 temel vurgu var. İlki “temiz ve yenilenebilir enerji”, ikincisi “sürdürülebilir kalkınma”, üçüncüsü de “yeşil şehir.”
Burada bir şerh düşeyim. Bu kavramlar, Batı dünyasının zaman zaman “politik gerekçelerle” önümüze koyduğu kavramlar ama işin burası önemsiz. Önemsiz, zira bugün “şehirlerin ruhu” konusunda bu kavramsallaştırmaları oldukça işlevsel buluyorum.
Geçtiğimiz cuma, bir dost meclisinde “şehre göre insan modellemesinden insana göre şehir modellemesine geçmek gerekir” minvalinde bir cümle kuruldu. Bu, aslında şu demek: Sanayi devrimiyle birlikte gelişen neredeyse tüm şehirlerde, şehrin insana uyumlanması, şehrin insana göre gelişimi değil de insanın şehre uyumlanması gözetildi. Bu, kâr maksimizasyonu hedefinden bir gram şaşmayan kapitalizm için büyük bir zorunluluktu aynı zamanda. İkinci Dünya Savaşı’nı takiben yeniden şekillenen Avrupa şehirleri “bu iş böyle olmayacak galiba” denilerek belirli başlı kriterlere, bazı şehircilik çözümlemelerine ulaştı. Daha yaşanabilir şehirlerin üretime daha pozitif katkılar yapacağı varsayıldı bir bakıma.
Bu proses, o ya da bu oranda başarıya da ulaştı yıllar içerisinde. Tamam. Paris hala yaşanabilir bir şehir olmaktan uzak ama mesela Heidelberg gibi, Viyana gibi, Kopenhag gibi oldukça başarılı örnekleri de görüyoruz.
Bugün biz Türkiye’de “kadim şehirlerimiz, medeniyet değerlerimiz” falan diyoruz elbette ama iş o kadim olanın içinden “yaşanabilir bir şehir modellemek” meselesine geldiğinde ortaya pek de elle tutulur, gözle görülür bir şey koyduğumuz söylenemez. 6 Şubat Depremi’nin merkezlerini harap ettiği Adıyaman, Hatay ve Maraş’ta bu mesele “bir öneri” olarak ortaya konabilirdi elbette ama gelinen noktada “eskisinden biraz daha sağlam şekilde yenileme”nin ötesine geçebilen bir şey yok.
O sebeple Gaziantep’in hem ödül almasını hem de ödüle uzanırken ortaya koyduğu şehircilik yaklaşımını çok kıymetli, çok dikkate değer buluyorum. “Modern dünyanın ortaya koyduğu yaşanabilirlik standartlarını kadim olanın üzerinden yeniden inşa etmek” diyelim biz buna. Esaslı, kadim kimliğini ortaya koyarken bir yandan da temiz enerji, yeşil şehir, sürdürülebilir kalkınma konseptlerine de sahip çıkmak yani.
Bu, burada bir dursun.
Uzun süredir “yaşanamaz şehirler” listesinin bir numarasında Şam-ı Şerifimiz vardı. Emperyalizm, kendi şehirlerini mamur edip yaşanabilir kılarken Bağdat, Kabil, Şam, Halep gibi şehirlerimizi yerle yeksan etti. Adına “toz topraklaştırma”, hatta “çölleştirme” diyebileceğimiz bu süreçlerde şehirlerimiz “nitelikli insan kaynağı üretmek” ya da en azından “insana uygun olmak” şöyle dursun, insanın yaşayamayacağı hale geldi. Diğer yandan kendi kadim değerlerinden neredeyse nefret eden sömürge zihinler de şehirlerimizi gönüllü olarak amorf hale getirdiler. Bugün diyebiliriz ki bütün bir İslam coğrafyasında “yaşanabilir şehir” sayısı iki elin parmaklarını zor geçer.
Bu noktada iş yine bize, biz Türklere düşmeli. Böyle düşünüyorum. Kendi değerler silsilemizde zaten mündemiç olan temel şehircilik kavramlarını batı aklının ortaya koyduğu proseslerle birleştirmeli ve bu savaşta yeni mevziler kazanmaya bakmalıyız.
Gaziantep bu işte büyük mesafe almış görünüyor. Antep’i başka şehirlerimiz takip edebilir. Yol uzundur, biliyorum ama her adımı da çok kıymetlidir bu yolun. Çünkü var olup var kalma cephesinin önemli mevzileri şehirlerimizdir. Bağdat’tan, İstanbul’dan, Şam’dan, Beyrut’tan, Kahire’den dünyaya söylenecek şarkılar vardır ve olmalıdır.
Bugün şehirlerimizin “bize benzemiyor oluşu” belki de “biz” tanımını sağlıklı şekilde yapmayı unutmamızdan kaynaklanıyordur. Biz, bizde anlaşırsak şehirlerimiz de bize benzer. Böylelikle kelimenin gerçek manasıyla çölleşmenin önüne geçebiliriz.