Derda’nın elmaları
Cuma gününün ilk saatleriydi. On beş gündür aralıksız süren bombardıman üç gündür kesilmişti. Şehirde bir canlanma, bir hayata dönüş göze çarpıyordu. Derda, ‘baba, elma...
Cuma gününün ilk saatleriydi. On beş gündür aralıksız süren bombardıman üç gündür kesilmişti. Şehirde bir canlanma, bir hayata dönüş göze çarpıyordu. Derda, ‘baba, elma alalım mı’ diye sordu. Ah, siz bilmezsiniz. Derda benim oğlumdu. Dört yaşındaydı. Hani ‘zekâ gözlerinden fışkırıyordu’ derler ya, görseniz o dakika Derda’nın öyle bir çocuk olduğunu anlardınız.
Aslında ben yine de Derda ile pazara gitmek istemedim. Her an her şey beklenirdi çünkü bu aşağılık soysuzlardan. İnsana hürmetleri yoktu ki Cumaya olsun. Ama çok ısrar etti Derda. ‘Namazdan dönerken alırım ben’ dememi dinlemedi.
Annesi koynunda sakladığı paraları çıkardı. ‘Sadece elma değil, başka meyveler ve sebzeler de alın’ diyerek uzattı.
Cumaya hürmeten beyazlarımızı giyindik Derda’yla. Hani o saat biri ona ‘Elmayı mı daha çok seviyorsun, anneyi mi’ diye sorsa bir tereddüt ederdi. Öyle heyecanlı, öyle telaşlı… Annesini ve kız kardeşi Amina’yı öptü, ‘sizin pazardan istediğiniz bir şey var mı?’ diye sordu evin erkeği olarak.
Evimiz pazar yerine yakındır. Pazar yeri dediğime bakmayın. Bombardıman başladı başlayalı tezgâhlara doğru düzgün mal geldiği yoktu. Gelse de bir şeyler alabilecek para ne arar millette. Savaş hali işte.
Fakat bugün başkaydı. Bombardıman bitince, şehre giriş çıkış da rahatlayınca, eh eskisi gibi değil elbette ama epey bir tezgâh ve epey bir müşteri vardı pazarda.