Gölge
Dönemin moda otobüs renklerine uygun olarak mavi üzeri siyah beyaz şeritleri vardı. Şimdinin ultra lüks, insana bir uçağın business mevkiinde yolculuk ediyormuş hissi veren otobüslerini unutun. Hafifçe arkaya yatabilen koltuklar...
Dönemin moda otobüs renklerine uygun olarak mavi üzeri siyah beyaz şeritleri vardı. Şimdinin ultra lüks, insana bir uçağın business mevkiinde yolculuk ediyormuş hissi veren otobüslerini unutun. Hafifçe arkaya yatabilen koltuklar, basit bir klima düzeni ve sürekli su biriken kötü bir buzdolabı. Otobüsümüzün yolcularına vadettiği bütün lüks bundan ibaretti. Bir de tabii, ön kapının hemen yanında, açılıp kapanabilen bir hostes koltuğu...
Çocukluğumun hemen bütün yolculukları o koltukta geçti. Sol yanımda babam, abim, amcam ya da rahmetli Turan amca. Sağ tarafta, yani hostes koltuğunda da önümden akıp giden yolu her seferinde aynı merakla, aynı iştahla seyreden ben.
İlk noktadan yola çıktığımızda kolonya, kola ve kek dağıtır, ardından yarım saatte bir otobüsü bir ucundan diğer ucuna adımlayarak su servisi yapardım. Yolcu indiğinde bagajı açar, işaret ettiği valizi, çantayı, dengi, koliyi teslim eder, orta kapıdan ilk basamağa adım attığımda solumdaki metal kısma pat pat vurup ‘devam et’ diye bağırırdım. Yaptıklarımın tamamı bundan ibaretti.
Hah. Bir de ‘ördek almak’ vardı. Nereye gittiğimizi otobüsün ön camındaki tabeladan yahut şirket levhasından anlayan insanlar ellerini kaldırırlar; biz de ıhlaya tıslaya dururduk. Hemen orta kapıdan aşağı iner, yolcunun elinde yük varsa bagaja yerleştirirdim.
Bazen bagajı daha yerleştirmeden ‘kaç para’ diye sorardı yolcular. Yolu kat etme mesafemize bağlı olarak bölme işlemi yapardım hemen. Misalen yolun üçte birini gittiysek ilk noktadan son noktaya bilet parasını üçe böler, ikisini yolcuya fiyat olarak söylerdim yani. ‘Yahu, buradan şu para alıyorlar oraya’ diyene itiraz etmez, ‘buyrun’ der, yer gösterirdim.
Kasketi hafif yana devrilmiş kasabalı dayılar, ahretliği öyle tembihlediği için elindeki nuhnebiden kalma çantaya sımsıkı sarılan teyzeler, başı kabak köylü çocukları, asker ağalar... Bin türlü insan almışlığım vardır ördekte. Bakışları mutlu, mutsuz, umutlu, umutsuz, yorgun, kızgın, öfkeli... Bin türlü işte.