Kâhin çırağı
Efendimiz(sav)’in bize anlattığından anladığımdır. Şöyledir.Vaktiyle bir hükümdar ve onun da bir kâhini vardı. Sihirden anlar, hastaları iyileştirdiğini, gelecekten haber verdiğini iddia ederdi. Bu sihirbaz...
Efendimiz(sav)’in bize anlattığından anladığımdır. Şöyledir.
Vaktiyle bir hükümdar ve onun da bir kâhini vardı. Sihirden anlar, hastaları iyileştirdiğini, gelecekten haber verdiğini iddia ederdi. Bu sihirbaz iyice yaşlanınca hükümdara “bana bir çırak ver ki onu yetiştireyim” dedi. Hükümdar da ona bir delikanlıyı çırak verdi.
Çırak, kâhinin evine giden yolda bir rahibe rastladı. Onunla konuştu. Onunla konuştukça göğsüne bir ferahlık, diline bir rahatlama geldi. Ancak, “ben sana bir daha uğrayamam. Kâhin öğrenirse beni döver” dedi. Rahip de ona “kâhine geç kaldığında ona ‘ailem bırakmadı’ dersin” diye öğüt verdi.
Böylelikle kâhin çırağı, her kâhine gittiğinde rahibe uğramaya ve ondan ibadet ettiği Rabbinin yüceliklerini dinlemeye başladı. Kâhinden de ders almaya devam ediyordu.
Günlerden bir gün kâhin çırağı, koca bir vahşi hayvanın halkın yolunu kestiğini, onlara kötülük etmeye hazırlandığını gördü. Yerden bir taş aldı. Taşı alırken “acaba kâhinin işi mi hayırlı yoksa rahibin işi mi?” diye düşündü. Sonra da “Allah’ım, eğer rahibin işi hayırlıysa bu hayvanı bu taşla öldür de insanlara fenalık yapamasın” diyerek taşı attı. Taş, koca hayvanı öldürdü. Kâhin çırağı, rahibe koşarak olanı biteni anlattı. Rahip ona “evlat, şüphesiz sen benden daha faziletlisin. Sen muhakkak imtihan olunacaksın. O gün geldiğinde sakın benim nerede olduğumu söyleme” dedi.
Tez vakitte kâhin çırağı, imtihanı gereği elbet, körleri ve abraşları iyileştirmeye, yaptığı çeşitli ilaçlarla hastaların iyileşmesine vesile olmaya başladı. Ünü günden güne yayılıp saraya kadar ulaştı.