Sen İsmail misin?
Belki ismimden kaynaklanıyordur, kıssada beni daha çok ilgilendiren hep “İsmail’in teslimiyeti” olmuştur. “Yapman gerekeni yap baba” deyişi, “Allah bizim için ne murat ettiyse o olur, yapman gerekeni yap.”İbrahim...
Belki ismimden kaynaklanıyordur, kıssada beni daha çok ilgilendiren hep “İsmail’in teslimiyeti” olmuştur. “Yapman gerekeni yap baba” deyişi, “Allah bizim için ne murat ettiyse o olur, yapman gerekeni yap.”
İbrahim dağ gibi… Öyle dağ gibi ki kendisinden sonra gelen cümle peygamber ondan “atamız İbrahim” diye söz edecek. Öyle dağ gibi ki bin dört yüz küsur yıldır günde yirmi bir kez “İbrahim’e ve âline rahmet ettiğin gibi Efendimiz Muhammed(sav)’e de rahmet et” diye dua ediyoruz ona.
O yüzden bana normal geliyor İbrahim’in “bir dağ yağmuru nasıl karşılarsa” öyle karşılaması o emri. Bıçağını ve göz örtüsünü ve evladını yanına alıp öylece emre doğru yürümesini anlıyorum.
Evladı ki ahir ömrünün cennet meyvesi… Evladı ki yaşlılığının güzelliği… Evladı ki kendisi için “bana bir evlat ihsan eyle” diyerek gecelerce dua edilen, gözyaşı dökülen…
Fakat yine de İbrahim bir dağ. Ve bir dağ karı, boranı, fırtınayı nasıl büyük bir sükûnetle karşılıyorsa öyle karşılıyor emri. İpi ve göz örtüsünü ve evladını aynı özenle, aynı eşitlikle, aynı itaat duygusuyla alıyor yanına.
O yürüyüşü tekrar tekrar hayal ettim. Adım İsmail diye en çok. Baba, oğul, göz örtüsü ve bıçak... O son yürüyüşte, o uzun adımlarda tam olarak neler yaşanmış olabileceğini hayal ettim hep. İsmail’i düşündüm uzun uzun. Takdir edilenden kaçmayı kendisine yakıştırmayan İsmail’i... Emrolunana karşı çıkmayı kendisine asla yakıştıramayan o yiğidin bu dünyadaki son anına yürürkenki teslimiyetini, vakarını, cesaretini düşündüm.