Ters takla
63’ten sonrasını sayma ihtiyacı duymamıştı. ‘Yaş kaç oldu Mehmet amca?’ diye soranlara ‘haddi aştık’ diye cevap verirdi. Başkaca konularda haddi aştığını ise ne gören olmuştu...
63’ten sonrasını sayma ihtiyacı duymamıştı. ‘Yaş kaç oldu Mehmet amca?’ diye soranlara ‘haddi aştık’ diye cevap verirdi. Başkaca konularda haddi aştığını ise ne gören olmuştu ne duyan.
O sabah torun tombalak toplanıp gelmişlerdi her zamanki gibi. Bahçeye, Mehmet amcanın titrek elleriyle her gün biraz daha güzelleştirdiği o küçücük kara parçasına kurmuşlardı kahvaltı sofrasını. Güllerin, mor sümbüllerin, ötede maydanozların, süs biberlerinin, beri yanda vişneyle elma ağacının arzı endam ettiği bu bahçede kahvaltı etmek ömre ömür katardı.
Kahvaltıdan sonra hanımı Sıdıka’nın ‘çarpıntı yapacak diyorum’ itirazlarına aldırmadan kızına bir okkalıca kahve sipariş etti Mehmet amca. ‘Tosunum’ diyerek sevdiği torunu Bekir elindeki telefonu koşa koşa getirdi o esnada. Nefes nefese ‘dede robota bak, ters takla atıyor’ diyerek dayadı ekranı Mehmet amcanın burnuna.
Mehmet amca görüntüyü izledi. İşte Amerikalıların yaptığı bir robot ters takla atıyor. Bekir’e göre bir şey. İlginç bir şey yani… ‘Eh’ diye düşündü Mehmet amca, ‘insanın zaten yapabildiği bir şey için bunca zahmete ne gerek varmış?’
Aslında böyle şeylerin üzerinde durmak itiyadı yoktu ama görüntüye takıldı zihni. ‘Ne iş tutsam beni teknoloji dövdü tosunum’ dedi Bekir’e. Bekir, bütün o yaş çocukları gibi alışıldık bir bönlükle baktı dedesine. Dedesi de ‘boş ver’ anlamında elini salladı boşluğa.
İlk gençliğinde namlı bir at arabası sürücüsüydü Mehmet amca. Aynalısını kasabadan şehre doğru ‘deh’ diye sürmeye başladığında anlardın ki iki saat çeyrek dakikaya görünecek Ankara’nın taşrası. Başkası üç saate giderdi. O yüzden sıra olurdu Mehmet amcanın arabasına. Adını yazdırırdı millet.