Türk eğrisi
Şemşir, karabela, pala, Şam işi, gaddare... Osmanlı’nın dört kıtada hükmetmesini sağlayan kılıçlardan bazılarının isimleri böyle. Fakat bana sorarsanız Osmanlı kılıçları...
Şemşir, karabela, pala, Şam işi, gaddare... Osmanlı’nın dört kıtada hükmetmesini sağlayan kılıçlardan bazılarının isimleri böyle. Fakat bana sorarsanız Osmanlı kılıçları arasında favorim kulaklıdır, yani yatağan. Çeliği muazzam şekilde kavisleyen temürcüler çifte su verip boynuzdan sap yaparlar bu silaha.
Yatağan, adına ‘Türk eğrisi’ denilen açıyla vuruş yapabilmek için en ideal silah olmasının yanı sıra eşsiz mühendisliği ile savurmaya da en uygun kılıçtır. ‘Savurmak’ dedim evet. Zira uzun bir savaş gününde yatağan sallamaktan yorulmuş kolunuzun imdadına savurmaktan başkası yetişmez. Siz yatağanı kaldırırsınız, o güzelim silah şahane ayarlanmış ağırlık noktası sayesinde kendiliğinden iner aşağıya. Yani şu: Siz sadece yatağanı kaldırmayı başardığınızda yatağan darbeyi sağlayan gücü üretir.
Ayrıca yine o kavisi sayesinde savunulması zor bir silahtır da yatağan. Rakibiniz sizin sert vuruşunuzu savunmayı başardığında sapından hızla döndürebilir ya da kuvvetlice itebilirsiniz kılıcınızı. Böylelikle rakibinizin ölümcül bölgelerinde küçük ama etkili bir kesik açmayı başarabilirsiniz.
Tabii, en önemlisi şu: Kullanımı muazzam bir ustalık gerektiren yatağanın dışı değil, içi keskindir. Kavisi sayesinde özellikle zırhlarının boyun kısımları zayıf olan Avrupalı savaşçıların kabusudur. Öyle ki Avrupalılar yatağana ‘kelle makası’ demişlerdir. Zira pek çok Osmanlı savaşçısı, benzerlerinden daha hafif olan yatağanı çift olarak kullanmıştır.
‘Türk eğrisi’ dedik değil mi? Yani Avrupalı savaşçıların ağır kılıçlarıyla dümdüz vuruş yapmalarından farklı olarak yukarıdan aşağıya parabolik ve savunulması zor, Türklere mahsus vuruş.
Türk eğrisi, hızdan ve hafiflikten yapılmıştır. Ve inancım o yöndedir ki diğer olağanüstü taktiklerin yanı sıra Türkler, çok uzun süre her savaşı hız ve hafiflik sayesinde kazanmıştır.