Üsküdar’dayım
Üsküdar’dayım. Yağmur yağıyor. Altındayım. Toprak gibi değil, taş gibi altındayım yağmurun. Damlalar, bana değip yerin altına doğru yayılmak yerine, bana çarpıp başka yönlere doğru...
Üsküdar’dayım. Yağmur yağıyor. Altındayım. Toprak gibi değil, taş gibi altındayım yağmurun. Damlalar, bana değip yerin altına doğru yayılmak yerine, bana çarpıp başka yönlere doğru dağılıyorlar. “Yağmuru yaratan” diyorum, “seni de yarattı ve bir çıkışsızlık olarak yaşamayı seçtin sen. Yağmur o yüzden sende bir berekete değil, bir çarpışmaya, bir dağılmaya, bir savaşa dönüşüyor böylece.”
Üsküdar’dayım. Yağmur yağıyor. Şehvetli yerlerinden seviyorum yağmuru ve korkuyorum kendimden. Taş gibiyim. Ne var ki sağıma soluma bakıp “bu taştan güzel mezar taşı olur” diyen bir usta, “şuncağızı alayım da bahçemize sınır taşı yapayım” diyen bir rençber bile görünmüyor ufukta. En fazlası bir ağzı dualı abi yolun ortasında görse beni “kimseye eza etmesin” diye bir kenara koyuverir. Benden tespih, kolye, yontu, heykel olmaz artık.
Üsküdar’dayım. Yağmur yağıyor. Gelene geçene adres tarif ediyorum. Taş gibiyim. Damlalar bana çarpıp dağılıyor. “Şurada” diyorum yaşlı bir teyzeye, “aradığın adres buradan dümdüz gidince karşına çıkacak. Ama ne var biliyor musun teyze? Artık kimse aradığı adresi bulabilmek için dümdüz yürümeyi göze alamıyor. Çünkü her düzlükte bir sıkıntı, bir sorun...