Üzgünüm

Lise birin ilk günüydü. Hasan Sevda’yı görmeseydi sıkıntı olmayacaktı. Gördü, sıkıntı oldu. Neden dersen, Hasan Sevda’yı gördüğü an öyle esaslı bir ‘yandım anam’...

Lise birin ilk günüydü. Hasan Sevda’yı görmeseydi sıkıntı olmayacaktı. Gördü, sıkıntı oldu. Neden dersen, Hasan Sevda’yı gördüğü an öyle esaslı bir ‘yandım anam’ çekti ki Haydar-ı Kerrar’ın kılıcıyla ikiye biçilen Hayber Yahudisi’nin ‘yandım anam’ı da öyle değil.

Lise birin ilk günüydü. Şehrin merkezindeki liseye leylî gelmişti Hasan. Anasının umudu, babasının gururuydu. Okuyacak da adam olacaktı. Sülalenin tek okumuş çocuğu olarak tarihe geçecek, tarihe geçtiğinden pek az insan haberdar olacak olsa da bu anasıyla babasına yetecekti. ‘Bizim oğlan avukat, doktor, mimar çıkacak’ diyecekti anası ilçede. ‘Bugüne bugün benim oğlum okumuş bir insan oldu da işte eli ekmek tuttu’ diyecekti. Belki babası kahvede çayını kıtlama şekerle höpürdetirken ‘yıkılmaz olduk gayrı. Bizim oğlan okulu bitirince sırtımız yere gelmez olur da feleklen kozumuzu bi pay ederiz. Bakalım neler olur’ diye düşünüp iç geçirecekti.

Lise birin ilk günüydü. İlçenin terzisi Kambur Musa ‘şo parlak kumaştan dikelim’ deyip dikmişti üzerindeki lacileri. Daha sınıfa girer girmez anlamıştı ki Kambur Musa’nın ‘şo parlak kumaş’ dediği kumaş ucuzdur ve de gayetle kötüdür. Bildiğin garibanlığı üzerine geçirmiş de gelmiştir okula. Sınıftaki bu bakışlar da onun alametidir.

Lise birin ilk günüydü. Sevda’yı gördü. Bir gözleri vardı ki Yusuf olup içine düşsen hiçbir kervanın ipi çekip de dışarı çıkartmaya yetmezdi adamı. Bir saçı vardı ki karanlığında yolunu kaybeder de tövbeler olsun dönemezdin hanene. Amma ille de elleri. Hani çakalla kurtla dolu bir ormanda tek başına kalsan da o ellerin ışığını görsen sana kılavuzluk eder de hoplar çıkardın. 

Lise birin ilk günüydü. Sevda’nın iyi kumaştan elbisesine, kaliteli çantasına, kırmızı tokasına, siyah ruganlarına baktı, baktı, baktı. Aklı baştan uçtu gitti.

Lisenin üç yılı öylece geçti. Hasan her sınıfı takdir üstü takdirle bitirdi. Yazları gidip babasına tarlada tabanda yardım etti. Ne ki bir kerrece olsun cesaretini toplayabilemedi. Sevda’nın karşısına geçip de ‘hadi kitabın yok, Allah’ın da mı yok? Eridim kaldım ki Çifte Minareli’nin mumları gibi. Süzüldüm ki yavrusun kaybetmiş ceylan gibi. Kara gecelerde karanlık hayallere gittim ki Kaf Dağı’nın ardından uzak. Az insafa gel’ diyemedi.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
O sınırın nerede olduğunu bulsak mı? 19 Kasım 2024 | 275 Okunma Bir kapı nereye açılır? 17 Kasım 2024 | 199 Okunma Benzersizlik anlatısı ya da senden sekiz buçuk milyar daha var 16 Kasım 2024 | 1.055 Okunma Bir teklif: Türkiye’nin küresi 12 Kasım 2024 | 271 Okunma Bir bavula ne yakışır en çok? 10 Kasım 2024 | 264 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar