Zahid
Şahruhiye dedikleri o şehrin yakınında belimde kılıcım, sırtımda baltam, çizmemin içinde bıçağımla yağmaladığımız on bine yakın hayvandan birinin etini kemirip dururken “birileri...
Şahruhiye dedikleri o şehrin yakınında belimde kılıcım, sırtımda baltam, çizmemin içinde bıçağımla yağmaladığımız on bine yakın hayvandan birinin etini kemirip dururken “birileri geliyor, yabancı birileri” ünlemesiyle bir dalgalanma oldu önümde.
“Düşman mı?” diye baktım gözlerimi kısıp. Yirmi, bilemedin otuz kişiydiler. Düşman da olsalar vuruşma sırası bana gelene kadar çoktan ölmüş olurlardı. Ben en nihayet, obasında yapacak iş, yiyecek ekmek kalmayınca eşkıya olmaya karar vermiş, Kasar Noyan’ın hordasına kapağı atmış, yegane vazifesi esirlerin toplandığı çitlerin etrafında nöbet tutup oturmak olan biriydim.
Kasar’ın adamları ilk başta beni almak istememişlerdi aralarına. Hatta Baycu Kumandan, “bu kadar çelimsiz Moğol mu olur, bu olsa olsa Türkmen’dir” deyip sırıtmıştı. İmdada obamızın adamı Tengiz yetişmişti de Baycu “madem öyle hayvan otlatır” diyerek kabul etmişti beni. Hayvan da otlattım...