Tünelin ucunda ışık var mı?

SON Ankara saldırısıyla iyice belirginleşti; Türkiye karanlık bir tünelin içinden geçiyor.Uzun süre, sadece bize ait diye avunduğumuz ‘Kürt sorunu’muz, artık düne göre çok daha karmaşık ve...

SON Ankara saldırısıyla iyice belirginleşti; Türkiye karanlık bir tünelin içinden geçiyor.
Uzun süre, sadece bize ait diye avunduğumuz ‘Kürt sorunu’muz, artık düne göre çok daha karmaşık ve biraz da bizim sayemizde giderek daha da karmaşıklaşıyor, çünkü Amerika ve Rusya dahil çok sayıda uluslararası aktör de artık bu sorunun tarafı haline geldi.

Tabii hâlâ (veya henüz) Kürt sorununu iki parçada ele almak mümkün.

Birinci parçası, Türkiye vatandaşı olan Kürtlerin sorunları, onların eşitlik ve kimlikmücadelesi. Bu hâlâ (veya henüz) bizim iç sorunumuz; kendi kendimize çözmemiz gereken bir şey.

İkinci parça ise işin silah/terör/örgüt boyutu. İşte bu boyut, artık bizim kendi kendimize çözebileceğimiz bir boyut olmaktan çıkmaya başladı ve her geçen gün daha da çıkıyor.

Bence daha da kötüsü, meselenin birinci boyutu ile ikinci boyutu arasındaki ilişki de giderek kopuyor.

PKK açısından ‘iç Kürtler’in gönlünü kazanmak ve onları temsil edip onların çıkarını savunmak giderek arka plana düşüyor; şehirlerde yürütülen ve Türkiye’ye gerçekten çok pahalıya mal olan hendek savaşlarının PKK’ya ve genel olarak HDP’ye maliyeti, seçmen desteğindeki ciddi azalma.

Ama PKK bunu önemsemiyor; ‘Batı Kürdistan’da, yani Suriye’deki kazanımlar şu an için onlar açısından daha önemli ve o kazanımların korunması için de Türkiye’nin içeride (PKK’ya görece daha düşük militan maliyeti yaratacak şekilde) meşgul edilmesi öncelikli.

Bu korkutucu tablo ister istemez, ‘Karanlık bir tünelin içindeyiz ama acaba ileride bir ışık gözüküyor mu?’ sorusunu sorduruyor.

Gerçekten de, tünelin ucunda ışık var mı, yok mu? Güvenliğimizi ve iç barışımızı nasıl ve ne zaman sağlayacağız?

Çözümün askeri olmadığını ve olmayacağını artık biliyor olmalıyız; güvenlik anlamında büyük başarılar elde edilse dahi, ‘çözüm’ dediğimiz şey nihayetinde siyasi olacak.

Öte yandan, ısıtılıp yeniden önümüze konan, ‘O zaman süreci Kürt halkıyla yürütürüz’ diyen ve demokratikleşme reformlarıyla PKK’nın cazibesinin azaltılmasını, örgütün giderek militan bulamaz hale gelip marjinalleşmesini öngören planın iyi niyetli olsa bile yürümeyeceğini de biliyoruz.

Yerel belediyelerin hendeklerin kazılmasına verdikleri katkı ortadayken yerel yönetimlere daha fazla yetki devredilmesi parlamentoya gelebilir mi? Her gün Sur’dan şehitler gelmeye devam ederken anadilde eğitim önerilebilir mi?

Türkiye’nin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerek: Biz bu meseleyi çözmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz?

İstiyorsak, hem Türklere hem Kürtlere tünelin ucunda bir ışık olduğunu gösterecek tarzda yepyeni fikirlerle ortaya çıkmak gerek.

Bugüne kadar bu sorun söz konusu olduğunda hep aynı şeyi yaşadık:

Çözüm için ödenmesi gereken siyasi maliyet o gün için fazla bulunur ve çözüm ertelenir. Ama yarın öbür gün çözüm yeniden akla geldiğinde maliyet de artmış olur.

Kürt sorununu çözmenin maliyeti 20 yıl önce başkaydı, bugün başka, 10 yıl sonra başka olacak.

Tarih bize bunu gösterdi.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kürt sorunu diye bir sorunumuz yok mu? 23 Kasım 2016 | 2.363 Okunma Genetiği değiştirilmiş insan kanseri yenecek mi? 19 Kasım 2016 | 617 Okunma Mafyaların hortlaması riski... 18 Kasım 2016 | 1.641 Okunma Küreselleşmenin intikamını sol değil sağ mı alacak? 16 Kasım 2016 | 416 Okunma Çatlaktan içeri sızan ışık... 12 Kasım 2016 | 1.054 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar