Denize dökülecek miyiz bu gidişle?
Yakın bir geçmişte, bir TV kanalındaki düzenli canlı yayınlara çıkarak iktidarın mutat aparatçik ve avatarlarıyla memleket meseleleri hakkında münakaşa etmekteydim... Bir yıldan fazla oluyor; yerel seçim...
Yakın bir geçmişte, bir TV kanalındaki düzenli canlı yayınlara çıkarak iktidarın mutat aparatçik ve avatarlarıyla memleket meseleleri hakkında münakaşa etmekteydim...
Bir yıldan fazla oluyor; yerel seçim döneminde dikkatimi çekti: Programların sabit iktidar adamı, laik oyların ülkemizin ziyadesiyle kıyılarında yoğunlaşmış olmasını bir ayıpmış gibi takdim etmeyi ve bu seçmenin sandıktaki tercihini de “kumsal partisi” diye niteleyip küçümsemeyi bir demirbaş söylem haline getirmeye başlamıştı.
Her defasında aynı nakaratı dinlemek usandırıyordu artık.
Sonunda geçen nisandaki bir programda kendisine şunları söyledim:
“Bir siyasi partinin kıyı kentlerinde temerküz etmesi bir olumsuzluk değil. Tam tersine kıyılarda olmak bir avantajdır tarih boyunca. Osmanlı’da da böyle oldu. Modernleşme, çağdaşlaşma ve yenilikçilik limanlardan geldi Osmanlı’ya ve Osmanlı’nın avantajı, liman kentlerinin ihya edilmesi ve gelişmesi sayesinde Cumhuriyet’e bir yenilikçilik bakiyesi olarak kaldı. Bakın Selanik, İzmir, İstanbul, İskenderun, Mersin, Beyrut, Trabzon... Türkiye’nin gelişmesi kıyılardan içerilere doğru, deniz ticareti ve liman şehirlerinin gelişmesi ve dünyaya açılması sayesinde olmuştur. O yüzden bu limanları fazla aşağılamayın; limanlar ülkenin dünyayla bağlantısıdır. Mesela Amerika’da Demokrat Parti kıyı partisidir. Aynen sizin aşağıladığınız, küçümsediğiniz kumsal partisi gibi.”
Bitirirken, iktidar adamının “sahil alerjisi”ni şu cümleyle kendi şahsında hedef aldım:
“Sizin bu (kıyı) kompleksiniz nedir, yüzme mi bilmiyorsunuz? (Sahillerle) Derdiniz nedir?”
Kabul ederim; oyunun kuralları içinde kışkırtıcı bir soruydu...