İnsan bir ormandır
Oktay Akbal’ın İnsan Bir Ormandır romanı ilkin 1975 yılında E Yayınevince basıldı. İkinci baskısı yedi yıl sonra... Benim elimdeki 2009 yılında Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan 8. baskı....
Oktay Akbal’ın İnsan Bir Ormandır romanı ilkin 1975 yılında E Yayınevince basıldı. İkinci baskısı yedi yıl sonra... Benim elimdeki 2009 yılında Cumhuriyet Kitapları’ndan çıkan 8. baskı. Daha sonra sayısız baskılar yapmış. Cumhuriyet gibi bir gazete yazarının başarılı, özgün bir romanı her nedense başlangıçta önemli bir okur ilgisi görmemiş. Klasik roman anlayışının, toplumcu gerçekçiliğin, köy konularının ya da Kemal Tahir tarzı tarihsel ya da toplumsal savlarla yazılmış romanların daha öne çıktığı bir dönemde Oktay Akbal romancılığı zamanında yeterince anlaşılmamış.
İnsan Bir Ormandır’da Akbal “zamanı” farklı kullanır, olayları farklı işler. Çok dar tutulmuş dış zaman içine, kahramanının nice yıllarını, büyük-küçük nice anılarını sıkıştırır. Bölümlere verdiği adlarda da zaman önemlidir. “Akşam-Geceyarısı - Sabah” bölümlerinden oluşur roman.
Kahramanımız bir yazardır, gazetecidir. Babasını erken kaybetmiştir, çocukluğunda dedesinin desteğini görmüştür. Giderek ancak mahkemelerde yüzünü gördüğü eşinden boşanma derdindedir. Bunlar ve daha başka olaylar aynen Oktay Akbal’ın yaşamöyküsüne uyuyor. Bunca benzerliğe karşın “Oktay Akbal kendisini anlatmış” diyemiyoruz. Bunu denilmemesi için bir çaba göstermiş Akbal. Roman kahramanlarının gerçek adresleri romanların satırları arasındadır. Böyle düşünüyorum. Açıkça yazar bir biyografik ya da otobiyografik roman yazdığını belirtmemişse bu böyle olmalıdır. İnsan bir Ormandır’daki kahramanın da gerçek adresi yazarın yaşadığı yerlerde değil, romanın satırları arasında aranmalı. Oktay Akbal, anlatıcı kahramanıyla kendisi arasındaki onca benzerliğe karşın bunu başarmış. Kendi anılarından yararlanmış ama kendini yazan bir romancı olmamış. Bunu öncelikle yarattığı atmosfer ile sağlamış. Kendinden yola çıksa da asıl insana, biz insanoğluna ulaşmak istemiş. Bunu fotoğraf çekerek değil, röntgen çekerek sağlamaya çalışmış.
İstanbul’un taksim gibi kalabalık bir semti içinde karşımıza çıkar kahramanımız. Başlangıçta kentin en kalabalık yerinde, Taksim’de kalabalıklar içinde görürüz kahramanımızı. Ruh hali tuhaftır. Parkta oturan tanımadığı birine sokulur ama tanıdıklarından, koluna girmek isteyen arkadaşından kaçmaya çalışır. Çoğu zaman da geçmişteki anılarını bu karşılaştığı arkadaşları dolayısıyla anımsar. Anılarını anımsarken, anı üzerine de düşünür, “yaşamanın karikatürü” sayar anıyı. (s. 20)
Kolay değildir kalabalıkları anlatmak, Akbal üstesinden gelmiş bunun. Romanın adını hatırlatan bu kalabalıklarla sık karşılaşırız, alanlarda, sokaklarda, sinemalarda, meyhanelerde… İnsan, insan, insan… Bir dolu insan… Orman gibi çok… Selam verip aldıkları, kimini öğrenciliğinden, kimini başka bir yerden hatırladıkları da var, kol kola yürüdükleri de olur içlerinde. Ama bu orman içinde yalnızdır kahramanımız. Belki herkes yalnızdır. Biraz da bu yalnızlık nedeniyle anılar çözülür, dökülür önüne. Geçmişteki sinemaları güzel anlatır. İnsan film izlerken, kendi filmini de kurgular. Yalnız insan daha çok düşünür anılarını. Virginia Woolf, “Hayatın temeli anılardır” diyor. Bu romanın temeli de anılar, anılar… Bazen geriye dönüşlerle, bazen ileriye sıçrayışlarla ustaca işlenmiş, bir araya getirilmiş, belki de tam bir araya gelememiş anılar.
Bir deneme yazarıdır Oktay Akbal, romanlarında da denemecidir. Deneme türüyle romanı ustalıkla birleştirmiş. Anılarına bir denemeci gibi bakmış, yani bir özgünlük, bir derinlik katarak yorumlamış; onlarda hepimize değgin, insana değgin neler bulabileceğimizi göstermiş. Kendini değil, hepimizi görmeye çalışmış. Örneğin, “ben” kavramanı ele alır bir yerde: “Ben derken herhangi bir ben’i anlamamalı. Nice ben’ler var. Geçmişte kalanlar başka biri gibi. Yabancı bana. Başka biri gibi hatırlıyorum onları…” (s. 32)