Martin Lüther
Akdere, Ankara’da çocukluğumun, gençliğimin geçtiği bir gecekondu mahallesi. Romanlarımda buraları anlattım. Toprak Kovgunları’nda, Veresiye Defteri’nde, Çürük Kapı’da.... Kısmen, Bir...
Akdere, Ankara’da çocukluğumun, gençliğimin geçtiği bir gecekondu mahallesi.
Romanlarımda buraları anlattım. Toprak Kovgunları’nda, Veresiye Defteri’nde, Çürük Kapı’da.... Kısmen, Bir Başka Şehir’de...
Son birkaç yıl içinde yapıldıkları hızla yıkıldı gecekondular.
Dönüşüme uğradı, gecekonduların yerlerini apartmanlar aldı.
Yıkımlar da aynı yolu izledi, kent merkezinden dışarılara doğru. Kente daha yakından daha uzağa doğru... Daha değerliden az değerliye doğru. Artık eski araçlarla yapılmıyor yıkımlar. Öyle aletler var ki, selpak gibi tertemiz yapıyor işini. Kısa bir sürede de birkaç katlı binalar, yani apartmanlar dikiliyor yıkılanların yerine.
Yıkılmayan, yıkamadığımız bir şey var buralarda.
Binalar değişiyor, ama kafalar değişmiyor. Görüntü değişiyor. Hatta daha da kötüye gidiyor apartmanlaştıkça... Buralara bedava gazete bırakma dönemi de apartmanlarla birlikte başladı.
Yakınlarımın cenazelerine gidiyorum. Ayaklarım gitmiyor. Neden? Çünkü cehalet burularda en çok ölümlerde gösteriyor kendini. Ölüm hâlâ bir muamma olunca, onun etrafında, yas ortamında kafalarda kapkara yumaklarla bir şeyler örülüyor. Cenaze evi, cehaletin alıp satıldığı, cehaletin dillendirildiği, cehaletin masallaştırıldığı bir pazar yerine dönüyor. Hoca Arapça bir şeyler söyledikçe bu pazar daha da kızışıyor.
Alan da memnun, satan da... Sesinizi çıkarmanız zor.
Hocam dünya pazar günü kurulmuş, değil mi? diyor masallarla kendinden geçmiş biri.
Hoca derin derin düşünüyor. Fena sıkışmış. Sen arandın hocam, diyorum içimden, baştan bu saçma sorulara yol açmasaydın, böyle saçmasıy...