Neden olmasın?
1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatları Türk spor tarihinde hâlâ aşılamamış büyük başarılardır. İyi ki zamanında kolları sıvayıp, bu iki büyük zaferin yaşayan kahramanlarıyla, o...
1948 Londra ve 1960 Roma Olimpiyatları Türk spor tarihinde hâlâ aşılamamış büyük başarılardır. İyi ki zamanında kolları sıvayıp, bu iki büyük zaferin yaşayan kahramanlarıyla, o günleri yaşayanlarla konuşmuşum. “Neşter ve Madalya” ardından “Sessiz Şampiyon” bu olimpiyatlarla ilgili yüzlerce kişiyle görüşerek, binlerce belgeyi tarayarak ortaya çıktı.
Cumhuriyet sporunun ilk göz ağrıları, güreşçilerimiz Yaşar Doğu, Celal Atik, Nasuh Akar, Gazanfer Bilge, Mersinli Ahmet, Mehmet Oktav 1948 Londra Olimpiyatlarında birincilik kürsüsüne çıktılar. Dördü üst üste olmak üzere, ünlü Wembley Stadyumu’nda ulusal marşımız tam altı kez çınladı. Aynı ulusal marşın dört kez üst üste okunması olimpiyatlarda bir ilkti. Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan gibi bu mutlu tabloya tanık olanlar içinde bulunan yönetmen Esat Özgül, “Avrupalılar Türkiye’nin yerini güreşçilerimizin bu başarısından sonra öğrendiler, biz Türklerin yürüyüşü bile değişti” diye yazmıştı bana bir mektubunda. Yaşar Doğu anılarında anlatır. Maçlarından önce rüyasında hocası Finli antrenör Onni Pellinen’i görürmüş. Atatürk’ün getirdiği Pellinen’in modern Türk güreşinin başlangıcında büyük emeği vardır. Ankaralı güreşçilere Çubuk Barajı’na kadar koşmayı bu hoca öğretti.
Bir süre “Londra 1948 bir tesadüf müydü?” diye tartışılırken, 1960 yılında Roma’nın tarihi yapıları içinde “Korkma sönmez!” sözleri tam yedi kez çınladı. Bu kez kahramanlarımız Mithat Bayrak, Müzahir Sille, Tevfik Kış, Mustafa Dağıstanlı, Hasan Güngör, İsmet Atlı ve Sessiz Şampiyon’da anlattığım, yazık ki yaşamı Almanya’da trajik biten, köy enstitülerinin yetiştirdiği tek olimpiyat şampiyonu Ahmet Bilek idi.
Roma şampiyonlarıyla 1970 yılında ölen Ahmet Bilek dışında uzun görüşmelerim oldu. İki kitabım için ilk görüştüğüm şampiyon Tevfik Kış’tı. Elimde kalın bir defterle Karanfil’deki lokantasına epey gelip gittim. Konuşurken elinin biri hafif sıkılı, yumruk gibi masanın üstünde dururdu. Bir keresinde duygulandı, gözleri doldu. Neden biliyor musunuz? Babası çocukluğunda hiç “aferin” dememiş ona. Anlıyorsunuz ki baba soğuk biri. Koca şampiyon bunun için ağladı, o gün konuşmam yarım kaldı. Sonra bu Herkül gibi yakışıklı gence bütün dünya “aferin” dedi. Biri olimpiyat, ikisi dünya şampiyonluğu olmak üzere tam üç şampiyonluk yaşadı. Güreş dünyasıyla ilgili çok ilginç şeyler anlattı bana. Rakiplerini hep dalga geçerek yenen Rusların ünlü güreşçisi Kartozya’yı nasıl yendiğini, nasıl gücünü emip bitirdiğini, koca kurda çalıyı tersinden sürütmek gibi minderde ters işler yaptırdığını, sonunda da nasıl ayaklarının dibine düşürdüğünü kendisinden dinledim.
Roma’da mucize yaratanlardan biri de Müzahir Sille idi. Maçlardan üç gün önce bir karın ağrısıyla hastaneye kaldırıldı. Apandisit teşhisi koyan İtalyan doktorlar güreşemez dediler. Karnında buz, kolunda serumla üç gün yattı. Sonunda Türk doktor Sermet Akgün güreşçimize cesaret verdi; “Ben karın cerrahıyım, bir şey olursa seni minder kenarında ameliyat eder, kurtarırım!” dedi. Bu sözlerden cesaret alan Müzahir güreşmeye karar verdi, dört yıldan beri yenemediği Macarların ünlü güreşçisi Polyak’ı yenerek olimpiyat şampiyonu oldu. Roma’da yalnız rakiplerimizi değil, İtalyan tıbbını da yendik. Arkası geldi… Mithat Bayrak, Mustafa Dağıstanlı, Hasan Güngör, İsmet Atlı ve köy enstitülü güreşçi Ahmet Bilek… Güreşte 12 altın madalyanın yedisini Türkler kazandı. Tarihi Roma’nın taş duvarları “Korkma sönmez!” sözleriyle tam yedi kez çınladı. İki de gümüş madalya, gene güreşte kazandık.