Sahiplenemediğimiz sözcükler
“Sahiplenemediğimiz Sözcükler” dedim yazımın başlığına, aslında sahiplenilmemiş, saklı kalmış bir dilden söz edeceğim. Hâlâ bugün bile yerel dili doğru anlayamadık. Burada dil...
“Sahiplenemediğimiz Sözcükler” dedim yazımın başlığına, aslında sahiplenilmemiş, saklı kalmış bir dilden söz edeceğim.
Hâlâ bugün bile yerel dili doğru anlayamadık. Burada dil dediğimiz dizge üzerine biraz kafa yormamız gerekecek. Bana göre bir dildeki bütün sözcükler başlangıçta yereldir, sözcükler önce çok dar bir alanda, belli bir bölgede konuşulur, sonra yaygınlaşır. Hiçbir sözcük yeni kullanıldığında binlerce insanın dilinde yer alamaz. Örneğin; el, kol, alın gibi bu gün milyonların kullandığı sözcükler bile başlangıçta belli bir bölgede çok dar bir alanda kullanıldılar, sonra yaygınlaştılar. Her sözcük yeni çıktığı, dile yeni girdiği günlerde çok dar bir alanda, sayısı az kişilerce kullanılır, yani yereldir, sonra yaygınlaşır.
Kısaca şunu demek istiyorum. Sözvarlığı açısından ben sözcükleri yerel diye niteleyerek ölçünlü dilin dışında görmüyorum, böyle bir ayırımı doğru bulmuyorum. Sözvarlığı açısından değil, söyleyiş açısından, sesbilgisi bakımından yerel farklılıklar vardır. Koşmak, kırmak, çoğalmak yerine bazı ağızlarda goşmak, gırmak, çuvalmak denilmesi gibi.
13. yüzyılda Anadolu’da yazı dilimizin kurulma aşamasında Arapça ve Farsça etkisiyle halk diline “lisan-ı avam” gözüyle bakıldı, Türkçenin binlerce güzel sözcüğü, dilin asıl kaynağı yazı dilinin dışına itildi.
Yazı dilinin oluşum aşaması karışık bir süreçtir. Çok farklı lehçeler/ağızlar içinde doruklarda yer alan bir ağız ölçünleşmeye (standartlaşmaya) öncülük eder. Türkçe yazı dili kurulurken iki önemli talihsizlik yaşandı: 1) Osmanlı aydını halk dilini “lisan-ı avam” saydığından güzelim Türkçe sözcükler yazınsal metinlerde yer bulamadı. 2) Türkçenin ölçünleşmesinde en son fethedilen (15.yüzyıl) bölge, İstanbul Türkçesi öncülük etti. Türkler 11. yüzyılda Anadolu’ya yayıldığına göre, dilimize öncülük eden İstanbul bölgesi bundan ancak dört yüzyıl sonra Türkçeyle tanıştı. Yani İstanbullu Türkçeyi Anadolu insanından dört yüzyıl geç öğrendi. Anadolu’daki sözcüklerin İstanbul bölgesinin öncülük ettiği ölçünlü dilde yeterince yer bulamamasının ikinci nedeni de budur bence. Sözvarlığı açısından bu durum önemli kayıplara yol açtı.
İstanbulluların bilmediği her sözcük nerdeyse yerel sayıldı, “avam” sayıldı, yazı dili içinde yer bulamadı. Anadolu Türkçesinin güzel sözcükleri İstanbul seçkinlerine uzak kaldı, hatta hor görüldü.