Yaşar Doğu ve öğrencisi Tevfik Kış- 2
Tevfik Kış’ın duvarlarını güreşçi fotoğraflarının süslediği iki lokantasından biri Yüksel Caddesi ile Karanfil’in kesiştiği yerdeydi. Şimdi el değiştiren Karanfil’deki...
Tevfik Kış’ın duvarlarını güreşçi fotoğraflarının süslediği iki lokantasından biri Yüksel Caddesi ile Karanfil’in kesiştiği yerdeydi. Şimdi el değiştiren Karanfil’deki lokantasında otururdu genellikle. Neşter ve Madalya’yı onunla bu lokantada yaptığım uzun sohbetler sırasında planladım. Kalın defterlerle gelip gittim yanına. Sonra öteki şampiyonların hikâyesi için Samsun’a, Yozgat’a, Denizli’ye, Antalya’ya, Adana’ya, Şile’ye, Eskişehir’e ve hatta İtalya’ya, Almanya’ya kadar uzandı yolculuklarım, araştırmalarım. Yüzlerce kişiyle konuştum, ama en çok Tevfik Kış’ı dinledim, notlar aldım. Yüksel Caddesi malum, her zaman bir grubun gösterisine sahne olur. Tevfik Kış, “Direne direne kazanacağız!” ya da “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” gibi sloganlara kulak vererek sakin sakin otururdu dışardaki masasında. Demirel’in “Yürümekle yollar aşınmaz!..” sözünü anımsar, gülerdi.
Uzun uzun birine yaşamını anlattırıyorsanız, hele çocukluğuna gelindiğinde, duygulanacağı, ağlayacağı bir yer bulursunuz. Tevfik Kış babasından söz ederken ağlamaklı olmuş, konuşamamıştı. Bir ağlama molası vermiştik. Kısa sürer sandım, uzun sürdü. Hatta o gün gidip başka bir gün gelmiştim dinlemeye. Babası çok soğuk bir insanmış. Bir kez olsun, “oğlum” dememiş, “aferin” sözünü hiç duymamış ondan. Ama yıllar sonra üç kez dünya şampiyonu olunca bütün bir dünya “aferin” dedi bu yiğide. Babasından duymadığı “aferin”i milyonlardan duydu. Konuşurken elinin birini gevşekçe sıkılmış bir yumruk yapıp masanın üstüne koyar, kızdığı olaylara gelince masaya hafifçe vurarak konuşurdu.
Hep takım elbiseyle ve kravatlı görürdük. Sakin, efendidir genellikle. Ama tepesinin attığı zamanlar olurdu. Bu yüzden ona “Delioğlan” diyenlerden biri de Celal Atik idi. Emirgân Kampı’nda üstündeki ranzada yatan Ziya Doğan’ın dönüp durmasından rahatsız olurmuş. Birkaç gece uyarmış, gene devam edince kalkıp iki yumruk patlatmış. Şaşırmış Ziya Doğan; “Sen essahtan mı vuruyon?” demiş. Hep efendiliğiyle bilinse de şampiyonumuzun insanı “essahtan mı?” diye şaşırtan kavgaları vardı böyle: Rakipleriyle, öğrencileriyle, hakemlerle, gazetecilerle ve hocası Celal Atik ile… Roma’da Kartozya’yı yenip şampiyon olduğunda kutlamak için odasına gelen Celal Atik’i, “Sen beni takıma almıyordun” diye kovduğunu hem kendisinden hem oda arkadaşı Sadrettin Özden’den dinledim. Duyunca,“Essahtan mı?” diye şaşıracağınız işlerinden biri de buydu.
1960 Roma Olimpiyatlarında güreşçilerimiz yedi altın kazandı, tarihi Roma’nın taş duvarları ulusal marşımızla tam yedi kez çınladı. O mekânları gördüm. Hâlâ aşılamadı bu başarı. Aşılır mı, bilemiyoruz!.. Roma şampiyonları zaferlerini Londra kahramanlarının omuzlarında kutladılar. Grekoromencilerimiz son gün aynı anda üç mindere birden şampiyonluk için çıktılar. Herkes öteki iki mindere koşunca, Tevfik’in yalnız kaldığını gören Yaşar Doğu onun minderine geldi, hakemden izin alıp öğrencisine son sözlerini söyledi: “Oğlum bu adam bizimkileri hep dalga geçerek yenerdi, göster kendini.” Tevfik Kış, “Korkma hocam, parçalayacağım onu!” dedi, döndü mindere. On iki dakika Kartozya’yı dut gibi silkeledi, gücünü emdi bitirdi. Koca kurda çalıyı tepesinden sürütmek gibi ters işler yaptırdı. Yaşar Doğu, bu müthiş maçı izlerken, öteki minderden gazeteciler koşarak geldiler, “Hocam Mithat Bayrak şampiyon oldu!” dediler. Yaşar Doğu kendini öyle kaptırmış ki, “Gidin başımdan, burda Tevfik, Kartozya’yı yeniyor!..” diye bağırdığının farkında bile değildi, o halini sonra başkalarından dinledi. Tevfik’i bu maçtan sonra eşit puan aldığı Bulgar ile tartıya çıkardılar. Baskül başında Bulgar çırılçıplak soyunmuş, bizim mahcup Anadolu çocuğu külotuyla… “Çıkar, 200 gram gelir bu külot!” der Yaşar Doğu. Tevfik Kış, olimpiyat şampiyonu ilan edildiğinde, çırılçıplaktı.
Soner Yalçın bunları gözden kaçırmasaydı, sanırım o yazısı daha başka olurdu.
Altmış yıl önce ayrıldı Yaşar Doğu aramızdan, çok erken gitti. Borç içinde öldü. Çiçek lokantasına epeyce bir borcu varmış. Kendisinin değil, pehlivanların yediği yemeklerden dolayı…