Yabancı canavarı!
SON günlerde medyamızda, tabii ki ağırlıklı olarak spor bölümlerinde en çok gündeme gelen konu yabancı sporcuların bizimkileri oranla takımlarda sayısal ağırlığı kazanması idi. Futbolda...
SON günlerde medyamızda, tabii ki ağırlıklı olarak spor bölümlerinde en çok gündeme gelen konu yabancı sporcuların bizimkileri oranla takımlarda sayısal ağırlığı kazanması idi. Futbolda Demirören federasyonu, o dönemin milli takımlar sorumlusu Fatih Terim’le birlikte her takımın içinde 14 yabancı bulunabileceği şeklinde, bana göre yerli oyuncuya ihanet anlamı taşıyan, güya yeniliği gündeme oturtmuşlardı. Hatta öylesine ki, bu 14 yabancının tamamı sahaya çıkabilecek ve 11’i birden ilk on birde yer alabilecekti. Bitti mi? Hayır! Basketbolda da yabancı sayısına zam yapılacaktı. Bizim ligde 5+1 olarak yenilenmiş daha önceki 3+2 kuralı. Böylece bizim maçlarda sahaya ilk beş yabancılarla dizilebilecekti.
Şimdi açalım. Futbolda eldeki yabancıların tamamını hangi platform olursa olsun kullanabilecek olan kulüpler böylece alt yapılarını da ihmal edeceklerdi. Yerli oyuncuların pahalı oluşu sebebiyle alınmış gibi gösterilen, hatta açıklanan bu karar, tam tersine yabancıları avro sayma rekoru kırdırıyordu kulüplerimize... Tabii ki yabancılara ödenen bonservisler de borçları gırtlağa kadar dayandırıyordu. Artık ülkemiz kendi ülkelerinde veya başka yerlerde emeklilikleri gelmiş veya sakatlıktan iş göremezlerin gelmek için adeta yarıştıkları bir toprak olmuştu. Peki, bu rezalet bizim takımların Avrupa kupalarında patlama yapmasına çanak tutabilmiş miydi? Hayır! Aynı tas aynı hamamdı o platformda işler. Ya Milli Takım? Etkilenmemesi mümkün müydü? Kendi takımlarında yabancı baskını yüzünden yedekte kalanlar, çaresizce ay-yıldızlı formanın içine sokuluyorlar ve sıkıntı çekiliyordu. Dünya Kupası eleme grubunda oynanan futbol ortadaydı. Ama yapılacak pek fazla şey de yoktu. Yani, “Ne ka köfte, o ka ekmek” meselesi...
Gelelim basketbola... Yapılan araştırmalara göre bizim çocukların bizim ligde salonda yer aldıkları süre ortalama olarak 2 dakikanın az üstündeydi. Basketbol futbola oranla daha ciddi biçimde meleke isterken, bu kadar süre oynayabilmiş bizimkiler ne yapabilirlerdi ki? Ancak ve ancak fizik olarak çalışacaklar, kendilerine iyi bakacak ve savaşarak ayakta kalmaya çalışacaklardı. Milli Takım öyle bir hale gelmişti ki, uzun olarak sadece ve sadece, o da uzun süredir oynamamış olan, Semih’e kalmıştık. Kenarda teknik adam Ufuk Sarıca çırpınıp duruyor, kan ter içinde takımı yönetmeye çalışıyordu. Bendeniz bu sütunlarda altı aydan fazlaca bir süre önceden beri, “Avrupa Kupası’nda iyi gidiyoruz ama ben asıl Ağustos-Eylül aylarında milli takımı çok merak ediyorum” diye yazmadım mı? Ne oldu? Gruptan zar zor çıktık. Ve başka grubun yenilmez takımı İspanya’ya tosladık. Belçika ile İngiltere’yi yenmek marifetmiş gibi gösterildi spor medyasında. Yayıncı kuruluşun feryatları boşuna idi. Sadece yaygara koparıp heyecan katmaya çalışıyorlardı. Bakınız şu andaki takımda bir kaç iyi oyuncu var. Ama bunlar da yakın bir zaman içinde yabancı kurbanı olarak büyük düşüş göstereceklerdir.