Sadece kazanmak mı, yoksa doğrudan yana olmak mı?
İlk bakışta çelişki gibi görünür ama sadece “kazanmaya” odaklanan herkes ve her kurum günün sonunda “büyük başarısızlıkların” kapılarını açmış olur....
İlk bakışta çelişki gibi görünür ama sadece “kazanmaya” odaklanan herkes ve her kurum günün sonunda “büyük başarısızlıkların” kapılarını açmış olur. Örneğin sadece maç kazanmak isteyen bir futbolcu belki hakemi kandırır ve penaltı yaptırır. O penaltıyla takımı maç kazanır, tribünler sevinir ama uzun vadede “saygınlığını” kaybeder.
Konu siyaset olunca da durum aynıdır. Sadece seçim kazanmak için başka partilerden transferler yapanlar, olmadığı halde öyleymiş gibi görünenler, sabun köpüğü popülerlikleri emektarların önüne koyanlar belki kısa vadede bir şeyler elde ederler ama uzun vadede hiçbir iz bırakmadan yok olup giderler.
Sanırım yapılması gereken şey; zor da olsa, kazanmaya odaklanmak yerine “doğru yapmaya” odaklanmaktır. Zaferi, yapılan doğruların doğal sonucu olarak ele aldığımızda kaybetme olasılığı da ortadan kalkar. Zira tarafınız en başından beri doğrudan yanadır.
Bu anlamda ben, hayatın her anını uzun bir maratonun parçası olarak görürüm. Yarışın hemen başında tüm enerjisini harcayarak öne çıkanlar muhtemelen varış çizgisini göremezler. Ancak elbette onu yarışın ilk kilometrelerinde görenler “zafere” koşuyormuş gibi değerlendirebilir hatta alkışlar arasında birkaç kilometre koşmasına da yardımcı olabilirler. Fakat hayatın kendi çarkları işler ve koşucu varış çizgisine ulaşamadan oyunun dışına düşer.
DÜNYAYI DEĞİŞTİRENLER
Zaman zaman duyarsınız: “Sen mi kurtaracaksın!” diye. Genelde uzun erimli mücadeleleri, günlük heyecanların ve kazançların önüne koyanlar için söylenir bu sözler. Geleceği düşünmek yerine “sadece kazanmayı” vaaz edenlerin değişmez cümlesidir. Oysa dünyayı değiştirecek olanlar da geleceği düşünenler arasından çıkar. Uzun ve zorlu yolları göze alıp, sahte zaferlere tav olmayanlar değiştirir dünyayı.