Şehit vermeye alışmış toplum!
Her sabah kalkar kalkmaz internetten son dakika haberlerine bakarım. Son aylarda nerdeyse her gün, bir şehit haberine ve evladının şehit olduğunu öğrenen annelerin görüntülerine rastlıyorum. Video görüntüleri de...
Her sabah kalkar kalkmaz internetten son dakika haberlerine bakarım. Son aylarda nerdeyse her gün, bir şehit haberine ve evladının şehit olduğunu öğrenen annelerin görüntülerine rastlıyorum. Video görüntüleri de birbirine çok benziyor. Üst düzey bir subay, yanında jandarmalarla şehidin evine doğru yürüyor; kâh camdan görüyorlar, kâh sokakta karşılaşıyorlar, kâh kapıyı açıp bir anda yığılıyorlar yere. Ama hep yığılıyorlar! Ayakta duramıyorlar! Benim de onlarla birlikte elim ayağım boşalıyor. Kendimi o ananın, babanın yerine koyuyorum bir an için. Aklıma hemen 1992 yılında mezun olduktan birkaç ay sonra daha 18-19 yaşlarındayken şehit olan silah arkadaşlarım ve aileleri geliyor. Nerdeyse 26 yıldır yoklar. Nerdeyse yaşamaya hiç fırsat bulamadan aramızdan ayrıldılar.
Tüm bu haberleri neden okuduğumu ve görüntüleri neden izlediğimiyse ben de bilmiyorum. Belki çok ciddi bir vicdan azabı yaşıyorum içimde. Belki de şehit olan onca arkadaşımın ciğerlerine çekemedikleri havayı soluyor olmak, yürüyemedikleri sokaklarda yürümek, koklayamadıkları çiçekleri koklamak ağır geliyor bana. Bu yüzden, sanırım, nerde olursa olsun bir şehidin acısının ulaşabildiğim kadarına ortak olmak zorunda hissediyorum kendimi. Belki kendime “ocaklara ateş düştü ve sen bundan hiç haberdar olmadın, haberdar olmamayı tercih ettin” demeyi yediremiyorum.
Fakat acaba herkes için böyle midir? Herkes benzer duyguları yaşar mı acaba?
Daha düne kadar Suriye’ye yapılan operasyonlar esnasında şehit ve gazi olan Mehmetçiklerimizle ilgili siyasetçilerin, gazetecilerin, aydınların ve yazarların ağzından bu haberler eksik olmazdı. Ama aradan çok kısa bir zaman geçmesine rağmen ve hemen hemen her gün şehit ve gazi vermemize rağmen bugün unutuldular. Şehit haberleri; siyasetçiler ve toplumun çoğu için rakamların ötesine geçmeyen bir durum haline geldi. Oysa kendini sorumlu hisseden hiç kimse bu durum karşısında sessiz kalmazdı.
Tesadüf bu ya! Yıllar önce, 1994 yılında, Şırnak/Gabar Dağı/ 1529 rakımlı tepede bulunan mevziimde;
“Acaba bizim burada çektiğimiz zorlukların, verdiğimiz mücadelenin, Batı’daki insanlar farkındalar mı?”