Türkiye nereye koşuyor?
Kahvede oturup muhabbet eden iki vatandaşın hemen her sorunu çözmek için “tek cümlelik” reçeteler sunması doğaldır. Mesela konu futbolsa “Abi, al ortaya Selçuk’u, koy yanına Modriç’i, sola da...
Kahvede oturup muhabbet eden iki vatandaşın hemen her sorunu çözmek için “tek cümlelik” reçeteler sunması doğaldır. Mesela konu futbolsa “Abi, al ortaya Selçuk’u, koy yanına Modriç’i, sola da Di Maria’yı al; olsun bitsin!” şeklindeki bir cümle imkânsız olsa da konuşulan masa ve taraflar göz önüne alınınca normal karşılanabilir. Ya da konu örneğin sürekli artan suçlarsa “Abi, sallandıracaksın 3-5 tanesini, bak bakalım bir daha yapıyorlar mı!” gibi bir cümle sohbetin taraflarını memnun edebilir. Ancak mesele devlet yönetmekse, mesele Türkiye gibi tarih boyunca medeniyetlere beşiklik etmiş, uğruna milyonlarca evladın toprağa düştüğü bir coğrafyaysa meselelere bakış açısının çok daha derinlikli olması gerekir.
GÖRÜŞMELER VE TAVİZLER
Örneğin Kıbrıs Barış Görüşmeleri adı altında yürütülen ve bir kez daha anlaşma sağlanmadan dağıtılan masa “Oldu-bitti maşallah!” şeklinde değerlendirilemez. Zira aynı film 2004’te Annan Planı adı altında da piyasa sürülmüş ve Türkiye’nin aleyhine olacak pek çok tavize rağmen Rumların “hayır” demesi sebebiyle Annan Planı suya düşmüştü. Şimdi de adı “barış” olan görüşmeler yapıldı ve yine Rumların istememesi sebebiyle masa dağıtıldı. Ancak her görüşmeden sonra şunlar ortaya çıktı: 1-) Rumlar ya da Batılı odaklar ne zaman isterlerse KKTC’yi ve Türkiye’yi “barış masasına” oturtabiliyor. 2-) Her “barış görüşmesinde” Türk tarafı daha fazla taviz veriyor ve bir sonraki “barış görüşmesi” verilen tavizler veri kabul edilerek başlıyor.