Darbe değil, savaş planı
15 Temmuz akşamı Ankara’da uçakların Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı Külliyesi, MİT Yerleşkesi ve Özel Harekat Merkezi’ni bombardımanına şahit olanların ilk hissi “Hangi...
15 Temmuz akşamı Ankara’da uçakların Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı Külliyesi, MİT Yerleşkesi ve Özel Harekat Merkezi’ni bombardımanına şahit olanların ilk hissi “Hangi ülkenin Türkiye’ye saldırdığı” olmuş.
Nitekim bugüne kadar şahit olduğumuz darbelerin hiç birinde savaş uçakları, helikopterler kullanılmış değil. 15 Temmuz akşamı yaşananlar bir darbe girişiminden daha çok teknik açıdan bir savaş taktiğini yansıtıyordu. Bombalanan yerler öncelikle bu ülkenin “milli” ve stratejik kurumlarıydı.
Paralel çetenin kalkışması aslında darbeden daha çok bir savaş planına benziyor. Sanıyorum bu yüzden Cumhurbaşkanı Erdoğan da 15 Temmuz akşamı yaşananları “İşgal” olarak nitelendirme gereği duydu. Silahlı özel birliklerin helikopterlerle indirme yapıp Cumhurbaşkanı’nı öldürmeye çalışması ancak düşman bir ordunun baskın ve sızma taktiği olabilir.
Türkiye’nin başkenti ve en büyük şehri savaş uçaklarının saldırısı altında olduğu içindir ki, olup bitenle ilgili hemen hemen herkesin o akşamla ilgili ilk izlenimi “acaba hangi ülke bize saldırdı” şeklinde oldu.
Paralel çetenin darbe teşebbüsü düşman ordularının ülkeyi işgali biçiminde vuku buldu. Darbenin arkasındaki “yabancı düşman” olgusu en net şekilde bu taktik ve mantalitede yatıyor.
15 Temmuz’un daha önceki darbelerden farkı şuradan kaynaklanıyor; Paralel yapı, Türk devletinin içine sızan düşman unsurlardan oluşuyor. Bu terörist yapılanmanın bu ülke ve milletle bağı zaten “dışarıdan” kurulmuş ve “düşmanca” bir temele dayanıyor.