Bir kükreyişin ardından
Trump, dünya siyasetinin atsineği olabilir, beratını ecelden almaya kararlı pek çok uyuyan ülkelerin uyanmalarına, kendilerine gelmelerine vesile olabilirdi. Böylesi bir misyon üstlenebilseydi, uyanmak, kendine gelmek adına bundan en...
Trump, dünya siyasetinin atsineği olabilir, beratını ecelden almaya kararlı pek çok uyuyan ülkelerin uyanmalarına, kendilerine gelmelerine vesile olabilirdi. Böylesi bir misyon üstlenebilseydi, uyanmak, kendine gelmek adına bundan en çok etkilenen de yine Müslümanlar olurdu.
O vakitli vakitsiz, münasebetli münasebetsiz her çıkış yapışında, diğer dünya ülkeleri şok yemiş gibi olur; o güne kadar farkına varmadıkları bütün yitik ve kayıplarını bir bir hatırlar hale gelirdi. Ülkelerinin bütün zenginliklerinin bu at hırsızları tarafından nasıl talan edildiğini hatırlarlardı mesela. Özgürlük diye diye nasıl küresel güçlerin hegemonya ağları içinde tutsak edildiklerini anımsarlardı örneğin. Demokrasi diye diye nasıl bir dikta idaresinin kendilerini esir aldığını fark etmeye başlarlardı çaresiz.
Bu da negatif görünümlü pozitif kazanımlar olurdu Amerika dışındaki diğer ülkeler için. Ama olmadı ya da çok erken bitirdi misyonunu Trump. Sokrates’in kendisine ait kılarak ölümsüzleştirdiği bu metafor, siyasi alana sıkıştırılmış haliyle bile Trump’ın üzerinde eğreti durdu ve ilk siyasi hamlesinde de üzerinden düştü. Yani, atsineği olamadı Trump.
Ya ne oldu? Filistinli kardeşlerimiz onu yılana benzetmişler gerçi, tabii bu da bir kabul, bir benzetme. Bence ani bir mutasyonla eşekarısı oldu. İlk hamlesini de hiç olmayacak yere, Kudüs’e yaptı. Tabii bu da onun siyaseten eceli oldu. Bundan sonra ondan ne Amerika’ya ne de bir başkasına hiçbir fayda olmaz. Trump öylesine manevi, psikolojik bir sille yedi ki bundan böyle durduğu sürece onun şahsında bir aslanın nasıl fareleştiğini göreceğiz. Her günü bir öncesinden beter olacak.
Halbuki önünde ne büyük fırsatlar vardı. Sadece FETÖ’nün bir terör örgütü olduğunu haykırabilseydi; bu bile insanlık ölçeğinde onun hizmet etmiş bulunmasına yeterli olabilirdi. Fakat yapmadı, yapamadı. Oradaki acizliğini Filistinli mazlumlara reva gördüğü zalimlikle gidermeye, örtmeye çalıştı. Lakin o da elinde patladı.
İşte görüyorsunuz kurulduğu günden bu yana üzerinde ölü toprağı serpilmiş gibi tabutunda gün sayan bir İslam İşleri Teşkilatı bile İstanbul’da gerçekleştirilen toplantıda canlandı, yarım asırlık uykusundan uyandı ve hatta kükredi. Doğu Kudüs’ün Filistinlilerin ebedi başşehri olduğunu ilan etti. Ve bizim her fırsatta dillendirdiğimiz bir gerçeklikle bu vesile ile yüz yüze gelindi: Kudüs davası işin başında bütün ümmetin davasıydı. Sonra mesele Arapların davasına indirgendi; bir müddet sonra da sadece Filistinlilerin davası haline getirildi. Bu düşmanın oynadığı bir oyundu; şimdiye kadar başarılı da olundu. Fakat artık maske düştü; Kudüs davasını bütün ümmet yeniden sahiplendi.