Tarihi bir tefsir teklifi
Dünyevi meşgalelerin ruhu, kalbi, aklı yıpratan yanlarından tecrit ile manevi cephemizin tasfiye ve tezkiyesini temin ve tesis edebileceğimiz, her bir anı binlerce feyiz, bereket yüklü üç aylara girmiş bulunuyoruz. Bu günleri dolu...
Dünyevi meşgalelerin ruhu, kalbi, aklı yıpratan yanlarından tecrit ile manevi cephemizin tasfiye ve tezkiyesini temin ve tesis edebileceğimiz, her bir anı binlerce feyiz, bereket yüklü üç aylara girmiş bulunuyoruz. Bu günleri dolu dolu geçirmek, bize nurlu tepside sunulan her bir rahmani fırsatı değerlendirmek elbette bir kulluk borcudur. Hele bu aylardaki mübarek gün ve geceleri ihya ile bütün bir ömrü o gün ve gecelerin manevi varidatıyla buluşturmak ve böylece geçici, fani ömrümüzü bir cihetle ibka etmek çaresine tutunmak sadece bir kulluk borcu değil aynı zamanda insan olarak, mümin olarak yaratılmış bulunmanın fıtri vazifesidir.
Bu aylarda her ibadet diğer zamanlara göre mutlaka daha bereketli sonuçlara götürür. Fakat Kur’an’la içli dışlı olmanın, onu, anlam ve manalarını tefekkür ede ede okumanın yeri, konumu bir başkadır. Üç aylar bir Kur’anlaşma vaktidir; bu yönüyle de yekpare zamanın altın dilimleridir. Derim ki, bu aylarda doya doya Kur’an okuyalım, bu aylarda iliklerimize kadar işleyecek şekilde Kur’an’ın muhtevasıyla bütünleşmeye gayret edelim. Kendimizi bütün mahiyetimizle Kur’an’a arz ederek kendi hakkımızda çıkan sonuçları bilmeye, anlamaya, anlamlandırmaya çalışalım. Kimliğimizi, kişiliğimizi Kur’an’la test edelim. Onun sabit kriterleri ile bulunduğumuz yeri tespit edelim. Olması gereken yerde değilsek ya da başka vadilere savrulmuşsak kendimizi toparlayarak rücu edelim, dönüş yapalım, tekrar özümüzle buluşmanın çarelerini araştıralım.
Şüphesiz anlamını bilmeden ya da sadece meal çerçevesinde kalan bir bilgi seviyesiyle Kur’an’dan istenen ölçüde istifade mümkün değildir. Bu bağlamda mutlaka bizi doğrudan Kur’an’ın mana ve muhteva bütünlüğüne ulaştıracak tefsir okumalarına ihtiyaç var. Zaman sınırlı, kısıtlı. Bu sebeple de maksada ulaştırıcı tefsir okumalarında seçici olmak zorundayız. Bediüzzaman Hazretlerinin konuyla ilgili teklifi hala geçerli. Diyor ki:
“Kur’an-ı Azimüşşan; bütün zamanlarda gelip geçen nevi beşerin tabakalarına, milletlerine ve fertlerine hitaben Arş-ı Ala’dan irad edilen ilahi ve şümullü bir nutuk ve umumi, Rabbani bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhassa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri camidir.
Bu itibarla; zamanca, mekanca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir tefsir, bihakkın Kur’an-ı Azimüşşana tefsir olamaz… Çünkü, Kur’an’ın hitabına muhatap olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, cami bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir fert, vakıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki ona göre bir tefsir yapabilsin.
(…) Binaenaleyh, Kur’an’ın ince manalarının ve tefsirlerde dağınık bir surette bulunan mehasininin ve zamanın tecrübesiyle fennin keşfi sayesinde tecelli eden hakikatlerinin tespitiyle, her biri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkıkin-i ülemadan yüksek bir heyetin tetkikatıyla, tahkikatıyla bir tefsirin yapılması lazımdır.