“Belçika’dan da bir Yunus çıkar!”
Geçtiğimiz hafta Brüksel'deydik. İki yılda bir düzenlenen uluslararası sanat festivali Europalia'nın bu yılki konuğu Türkiye. Birkaç aya yayılan etkinliklerinden birini gerçekleştirmek üzere geldiğimiz...
Geçtiğimiz hafta Brüksel'deydik. İki yılda bir düzenlenen uluslararası sanat festivali Europalia'nın bu yılki konuğu Türkiye. Birkaç aya yayılan etkinliklerinden birini gerçekleştirmek üzere geldiğimiz Avrupa'nın başkentinde bu sefer bildiğim, tanığım, aşina olduğum ruha dair pek bir şey bulamadım.
Her ne kadar kendimizi anlatmak, değerlerimizden bahsetmek gibi bir misyonla, Yunus Emre Enstitüsü'nün katkılarıyla buraya gelmiş olsak da, dünyanın bugününde Avrupalılığın geldiği aşamaya odaklanmak daha ağır bastı.
Avrupa'daki Işid saldırılarının gölgesinde giderek alarm seslerinin, güvenlikçilerin arttığı bir ortamda, orada yaşayan Türkiyelilerden de benzer şeyler duydum. “Yıllardır Türkiye'de bombalara, güvenlik önlemlerine alışmışız ama ne yalan söyleyeyim, ilk kez buradayken korktum” diyordu bir hanım.
Mustafa Tatcı hocamla birlikte Yunus Emre'den bahsetmeye gelmiştik. Önümdeki metinde alıntı yaptığım bir dizeye takıldı gözüm: “Bir kez yüzün gören senin ömrünce hîç unutmaya / Tesbîhi sensin dilinde ayruk nesne eyitmeye!” Neresinden derinleşebilirdik acaba? Ötekiliği tamamen eriten bir 'benliksiz ben' pratiğinden bahseden, aşk ve irfan ile tevhidi ispat ettikçe Türkçe'ye miraç ettiren Yunus'un dizeleriyle nasıl canlanacaktık, gece gündüz öteki'nin düşman diye kodlandığı bir iklimde?