‘En doğru zamanda en doğru kararları alma basireti’
Başbakan Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde Umre'deyken, onunla birlikte olan gazetecilerden Abdülkadir Selvi'nin yazdığına göre, Hacerü'l Esved'in olduğu bölümde başını Kabe'nin duvarına dayamış, dua...
Başbakan Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde Umre'deyken, onunla birlikte olan gazetecilerden Abdülkadir Selvi'nin yazdığına göre, Hacerü'l Esved'in olduğu bölümde başını Kabe'nin duvarına dayamış, dua etmişti. “Hepimiz ağlıyorduk” diyordu Selvi, o dua anlarını anlatırken:
“Başbakan'la daha sonra o dua anını konuştuğumuzda, 'Allah'ım en doğru zamanlarda en doğru kararları alabilme basireti ver. Memleketimize ve Alem-i İslam'a uzun uzun dua ettim, sonra sevdiklerime ve aileme dua ettim” diye anlattı.”
Bu satırları okurken, orada Kabe'nin eteklerine yapışıp dua edenleri, ağlayanları getirdim gözlerimin önüne. Onlarca farklı dil, tek dil oluyordu. Gönül dili. Ve anlamazken bile anlamaya başlıyordun hepsini. Binlerce dilek, temenni, niyaz, yakarış; aynı duanın içinden yankılıyordu. Davutoğlu'nun duasına amin dedim tüm yüreğimle.
Bir başbakanın kendisi için nasıl dua edebileceğini daha önce hiç düşünmemiş olmalıydım. Kabe'de ülkem, milletim, devlet yöneticilerimiz, siyasetçilerimiz için pek çok kez dua etmişliğim vardı ama sahiden Bir başbakan kendi için ne isteyebilirdi! Bunu gönlüme getirmemişim. Gördüm ki, onun kendisi için en büyük duası bile yine milleti içindi. “En doğru zamanlarda en doğru kararları alabilme basireti...” Nefsini milleti kılmak böyle bir amel olsa gerekti.
***
Devleti, hükümeti ve yöneticileri için en iyi dileklerde bulunmak, bir vatandaş için kendisinin de dahil olduğu bir dua demektir kuşkusuz. Zira geniş halka iyi olduğunda, içe doğru diğer halkalara da o iyilik dalgası yayılacaktır. Dışarısı nasılsa, içerisi de öyle olmalıdır yansıma / yansıtma metafiziğine göre.
Selvi'nin şahitliklerini okurken etrafıma baktım. Değil devletinin bekası için dua etmek, devletinin en masum halde (mesela uykuda, telefonda konuşurken, pusuda vs) katledilen askerlerini polislerini bile toptancı bir bakışla canavar olarak farz eden, böyle kodlayan bir zihniyetin içinde doğdum, yeşerdim, yaşlandım. Bu sebeple bugün devlete ve halkına karşı son derece haksız ve ahlaksız bir saldırganlık içinde olanların nasıl da direniş adı altında el üstünde tutulduğunu görmek büyük bir kırılma yarattı bende birkaç yıldır.
Devlet ve hükümet karşıtlığı adına (ve asıl olarak kendi ideolojik haklılığına kanıt devşirmek adına) sokak isyanlarını, hendekleri, gencecik kız çocuklarının militanca silahlandırılıp dağa çıkarılmasını vs. meşru bulan aydının halkını nasıl da basiretsizliğe davet ettiğini yüzlerce kez kayda geçirmeye çalıştım. Şiddeti meşrulaştıran aydınların barış istemeye devam etmelerinin son derece tehlikeli boyutlara varan ifade ve üsluplarına dair elimden geldiğince farklı açılardan mevzuyu ele alan yazılar yazmaya çalıştım, çalışıyorum uzun süredir.
Ama Davutoğlu'nunki gibi böylesi insani, yalın, kuşatıcı bir duayı bile asla etmeyi aklının ucundan geçiremeyecek olanların yine de vatan haini olduğunu söylemek, isabetli bir teşhis değil. Vatan nosyonu oluşmamış kişilerin küresel değerler adı altında fakat evrensel niteliği eksik değerlerle inşa edildiğine tanık oldum defalarca. Bir tür dünya vatandaşlığı veya insan hakları adı altında hem de.