Kediler ve azizler
Bölgemiz İslami terör denilen ve neredeyse herkesin kanıksadığı şiddet eylemleriyle sarsılırken... Aşk/ irfan üzerine konuşmak veya dinlemek üzere birkaç yıldır özellikle Yunus Emre üzerinden...
Bölgemiz İslami terör denilen ve neredeyse herkesin kanıksadığı şiddet eylemleriyle sarsılırken... Aşk/ irfan üzerine konuşmak veya dinlemek üzere birkaç yıldır özellikle Yunus Emre üzerinden yurtiçinde ve yurtdışında pek çok etkinliğe katıldım. Yunus uzmanı kabul edilen ama tabiri caizse Yunus'u yutmuş hocam Mustafa Tatcı vesilesiyle.
Geçenlerde tam konuşmaya başlayacakken moderatör sordu. “Leyla hanım mümkünse Yunus'la ve tasavvuf edebiyatıyla nasıl tanıştığınızla başlamak ister misiniz?”
Tabii dedim. Geldiğim batılı çevrede Yunus bizim geleneksel sanatımızın bir estetik unsuru kabul edilirdi. İşte bu çeşit de vardır denilerek en iyi ihtimalle kültürel aktarımı yapılırdı. Yunus'un kendinden menkul hümanist mistik gibi Batılı söylemlerle bir filozof filan olduğu görüşüyle yetinilirdi. Sonradan içine girdiğim muhafazakar çevrede ise “bize Kur'an ve sünnet yeter”; denilerek ayrıksı söz söylediği ön kabulü yaygındı Yunus'un.
Ve ancak Tatcı hocanın İşitin Ey yârenler adlı Yunus'un şiir şerhlerinden oluşan kitabı başta olmak üzere diğer kitaplarını okudukça fark ettim: Her iki kesim için de canlı değildi Yunus. Ne de onun gibi iki bine varan divan sanatçısı.
***
Aşk ve irfan deyince dinden farklı bir şeymiş gibi, neredeyse tasavvuf sanatçılarına özgü bir tür özerk alanmış gibi bakılıyordu her iki kesimde de. Oysa aşksız din kelimesiz şiir kadar anlamsızdı. Tatcı hocanın kapanış konuşmasındaki gönül açan sözlerini ve hallac gibi azizinin onu lime lime söküp attığını anlamaya... Aşk ancak yaşamak içindi. Yunus ancak olunurdu!
“Şu kadar milyar dolarlık ihracat geliriyle satın alınamayacak aşk ve irfanla donandığımız gün adam oluruz” derken