‘Kültürel büzüşme’ ve ‘küresel ego’ya teslim olan İstanbul
Kültürel büzüşme tabirini Süleyman Seyfi Öğün hocadan ödünç alarak kaldığım yerden, yani İstanbul’un bizimle konuşma biçimlerinden söz ederek meramımı anlatmaya devam ediyorum....
Kültürel büzüşme tabirini Süleyman Seyfi Öğün hocadan ödünç alarak kaldığım yerden, yani İstanbul’un bizimle konuşma biçimlerinden söz ederek meramımı anlatmaya devam ediyorum. Kaldığım yer aslında hep aynı noktanın açılımları: Suretin ardındaki siret güzelliğinde buluşma şartlarımız üzerine düşüneyazmak.
Medine (nurlanmış şehir) orada. İstanbul’un bir gönül olarak hayatımızdaki dirilişinde. İstanbul’u temsilî bir gönül mahalli olarak kabul edersek edep, adap, üslup yani bir tür maneviyat eksikliğinden mustarip olarak yoz bir halin içinde yaşıyoruz.
Yaşantımızda şehir hayatımızı dönüştürecek izlekleri bir türlü belirleyemediğimizden, birlikte bir güzelleşme hamlesini başlatamıyoruz. Çevre ve mimaride, kamusal ilişkilerde, ulaşımda, kültürel faaliyetlerde üslup, zevk, birikim, dayanışma, vericilik gibi değerlere bir türlü sıra gelemiyor.
Bizi içimizden dışımıza kuşatacak belli bir estetik ve ahlaki bütüne yöneliş olmadığından kültüre dönüşemeyen kaba saba ve sığ tavırlar, alışkanlıklar, ritüeller, kamusal mekânların kullanımı, toplu faaliyetler hepsi giderek nefsimizin en alt merhalesinde üretilmiş arızi tüketim şablonlarından ibaret kaldı, kalıyor.
Hayatımızın toplamına yayılan bir vakıf kültürü eksikliğinden söz ediyorum İstanbul yazılarımda epeydir. Herkes çok benci oldu bu şehirde. Biraz da senci olmak lazım. Çünkü benlik arttıkça tatminsizlik ve tüketim artıyor. Kentsel dönüşümden ziyade ben’sel dönüşüm oluyor bizimkisi. Deyip duruyorum.
Kentsel dönüşüm, kültürel dönüşüm olmadan olmaz! Hayatın kültürü, onun iç yaşantısında yani maneviyatında gizlidir, açığa çıkarmak için gereken üslubu oluşturmak da şehrin güzel sanatını meydana getirir. Nedir şehrin en güzel sanatı? İnsan.